• Kadim Şehir Kudüs - Arzın Arşa Kavuştuğu Yer
KATEGORİLER

KATEGORİLER

KATEGORİDEKİ MADDELER

    İdari Gözaltı

    İsraillilerin Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde yaşayan Filistinlileri, herhangi bir suçlama ya da mahkeme olmaksızın altı aya kadar alıkoymasına imkân veren uygulama.

    İdari alıkoyma mahkeme kararıyla değil, idari emirle gerçekleşiyor ve yenilenebiliyor. Uygulama, İsrail Meclisi'nin 1979'da çıkardığı Acil Durum Yetkileri Yasası'na dayanıyor.

    Ayrıntılar

    Sınırlar

    İsrail mülki sınırlarını hiçbir zaman resmi olarak ilan etmedi. Bu sınırlar hâlâ İngiliz mandası döneminde çizilen sınırlara dayanıyor.

    İsrail 14 Mayıs 1948'te kurulurken, dönemin başbakanı David Ben Gurion şunu söylemişti: "Ülkemizin batısında bir devlet kurduğumuzu ilan ediyoruz."

    Ayrıntılar

    Yan Yol

    Oslo Anlaşması ile ortaya çıkan bu terim, İsrailliler tarafından kullanılan ve İsrail yerleşim yerlerinin birbirleriyle ve İsrail'le bağlantısını sağlayan yollar için kullanılıyor.

    İşgal altındaki Filistin topraklarında yan yollar inşa edildi. Bu yollar Batı Şeria'yı izole edilmiş kantonlara bölüp, Filistin'in gelişmesini engelledi.

    Bu yollar genellikle Filistin'in tarım arazilerine ve kalkınma planlarına zarar vererek yapıldı. Filistinlilerin yan yolların çoğunu kullanması yasak.

    Ayrıntılar

    Kapatma Kuşatma Abluka

    Kapatma İsrail'in güvenlik bahanesiyle Filistin mallarının ve vatandaşlarının hareketine getirdiği kısıtlamaları tanımlamak için kullanılan bir terim.

    Filistin topraklarında 1967'den beri iç kapatma, dış kapatma ve uluslararası sınırları kapatma şeklinde olmak üzere üç tür kapatma uygulanıyor.

    İç kapatma, Batı Şeria'nın içinde askeri kontrol noktaları ve sokağa çıkma yasaklarıyla Filistinlilerin hareketini engelliyor.

    Dış kapatma, Batı Şeria ve Gazze'nin İsrail ile olan sınırlarını etkiliyor.

    Uluslararası kapatma ise İsrail'in Batı Şeria ve Ürdün arasındaki sınırı kapatmasıyla gerçekleşiyor.

    İsrail, gemilerin Gazze limanlarına girmesini ve işgal altındaki topraklara uçak seferleri düzenlenmesini engelliyor.

    Ayrıntılar

    Toplu Cezalandırma

    Toplu cezalandırma terimi, İsrail'in bir ya da birkaç kişinin eylemi yüzünden bir aileyi, bir mahalleyi ya da bir şehri toplu olarak cezalandırması için kullanılıyor.

    Bu cezalar arasında evleri mühürlemek veya yıkmak, sokağa çıkma yasağı uygulamak, yollara barikat kurmak, kişisel mülklere el koymak, ağaçları sökmek, tarım alanlarına ve altyapı tesislerine zarar vermek, ticaret, eğitim ve kültür mekanlarını kapatmak yer alıyor. Gazze'de toplu cezalandırma uygulamaları ağır insani krizlere neden oluyor.

    Toplu cezalandırma, Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'nin 33. maddesi ve İsrail kanunları gereği yasak.

    Ayrıntılar

    Etnik Temizlik

    Etnik temizlik, bir etnik grubu her türlü aracı kullanarak yaşadığı bölgeden tümden sürüp çıkarma ideolojisine verilen addır.

    Filistin örneğinde etnik temizlik üç aşamada gerçekleşmiştir. İlk aşamada insanlar evlerinden zorla çıkarılmış, ikinci aşamada tarihleri ve topraklarıyla bağları ortadan kaldırılmış, üçüncü aşamada ise bir zamanlar vatan belledikleri topraklara geri dönmemeleri sağlanmıştır.

    Siyonist hareket, 1948-50 yılları arasında Filistinlilere etnik temizlik uyguladı. İsrail, etnik temizlik uygulamasına bugün de devam ediyor.

    Ayrıntılar

    Yeşil Hat

    İsrail'in 1948 yılında kurulmasıyla ortaya çıkan Yeşil Hat terimi, 1948 sonrasındaki ateşkes sınırlarını ifade etmek için kullanılıyor. 1949 Ateşkes Hattı olarak da bilinen Yeşil Hat, 1967 öncesi İsrail ile şu an işgal altında bulunan Filistin toprakları arasındaki sınıra işaret ediyor.

    1949 Ateşkes Anlaşmasında çizilen sınır, uluslararası kamuoyu tarafından tanınan sınırdı. Ancak bu noktada İsrail'in kendi devletinin sınırlarını hiçbir zaman resmi olarak açıklamadığının da altını çizmek gerekiyor.

    Ayrıntılar

    İntifada

    İnttifada, Sivil Ayaklanma, Silkinme

    İntifada, “silkinme” anlamına gelen Arapça bir kelime. Filistin bağlamında sivil ayaklanma olarak anlaşılıyor. İlk İntifada 1987 Kasım'ında Gazze'de bir İsrail kamyonunun Filistinli işçileri taşıyan iki minibüse çarpıp dört kişiyi öldürmesi sonucu başladı. Çıkan çatışmalar hızla işgal altındaki toprakların diğer kısımlarına da yayıldı.

    İntifada daha çok gençler tarafından gerçekleştirildi ve Birleşmiş Ulusal Ayaklanma Liderliği (BUAL) tarafından yönetildi. BUAL, İsrail işgalini sona erdirip bağımsız Filistin'i kurma amacı etrafında bir araya gelen Filistinli siyasi grupların oluşturduğu bir koalisyondu.

    İsrail ayaklanmaya sert karşılık verdi. Üniversiteleri kapattı, aktivistleri sınır dışı etti ve evleri yıktı. Uluslararası kamuoyunu da çatışmaya çözüm arama çabasına iten İntifada, 1993'te Oslo Anlaşması'nın imzalanmasıyla sona erdi. İsrail'in İntifada'yı bastırması sırasında 1.500 Filistinli öldürüldü, binlercesi de yaralandı.

    Mescid-i Aksa İntifadası olarak bilinen İkinci İntifada, 28 Eylül 2000'de Likud lideri Ariel Şaron'un, beraberinde binlerce güvenlik gücüyle Mescid-i Aksa’ya gerçekleştirdiği tahrik edici ziyaret sonrasında patlak verdi. Çatışmaların ilk iki gününde beş Filistinli ölürken, 200 Filistinli yaralandı. Olay, işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze'de büyük silahlı bir ayaklanmayı tetikledi.

    İkinci İntifada sırasında İsrail, Filistin ekonomisine ve altyapısına görülmemiş ölçüde zarar verdi. Filistin Yönetimi'nin idaresindeki bölgeler tekrar işgal edilip, utanç duvarının inşaatına başlandı.

    2008 sonu itibarıyla öldürülen Filistinlilerin sayısı 5.000'e, yaralıların sayısı 50.000'e yaklaşmaktaydı.

    Ayrıntılar

    İşgal Edilmiş Topraklar

    İşgal altındaki Filistin toprakları, İsrail'in Haziran 1967'de işgal ettiği Gazze Şeridi, Batı Şeria ve Doğu Kudüs gibi tarihi Filistin topraklarını ifade ediyor.

    Bu bölgeler, Filistin topraklarının 1948 öncesi İngiliz mandası tarafından yönetilen %22'sini kapsıyor.

    Ayrıntılar

    Filistin Yönetimi

    Filistin Yönetimi, Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail arasında imzalanan Oslo Anlaşması temelinde Haziran 1994'te kurulan idari yapıdır.

    Özerk bölgelerde iç güvenliği sağlamak ve idari ve sivil hizmetleri yönetmek amacıyla beş yıllık geçici bir dönem için kurulmuştur. Seçimle göreve gelen bir Başkan, atanmış bir Kabine ve Filistin Yasama Konseyi'nden oluşmaktadır.

    Filistin Yönetimi, İsrail'le imzalanan anlaşmalara tabi olup, devlet kapasitesi sınırlı bir yapı. Ancak Ocak 2013'te Filistin'e üye olmayan gözlemci ülke statüsü kazandıran BM Genel Kurulu oylamasından sonra, Filistin Yönetimi, resmi belgelerde kendisini Filistin Devleti olarak ifade etmeye başladı.

    Ayrıntılar

    Filistin Kurtuluş Örgütü

    Filistin Kurtuluş Örgütü, bağımsız bir Filistin Devleti kurmak amacıyla 1964'te oluşturuldu FKÖ'nün kuruluşu Arap Birliği'nin Kahire'deki bir toplantısında ilan edildi. Örgütün amacı silahlı mücadele yoluyla Filistin'in kurtuluşu olarak açıklandı.

    FKÖ'nün ilk toplantısı 28 Mayıs 1964'te Kudüs'te yapıldı. Toplantıya katılan 422 Filistinli, Ahmet Şukayri'yi lider olarak seçti. Konferansta Filistin Ulusal Komitesi adıyla bir yasama organı, FKÖ İcra Komitesi, ulusal bir fon ve Filistin Kurtuluş Ordusu da kuruldu. Ayrıca Filistin'i özgürleştirmeyi amaçlayan ulusal bir sözleşme ile eve dönüş ve kendi kaderini tayin haklarının yer aldığı bir anayasa taslağı hazırlandı.

    Aralık 1967'de Şukayri'nin istifasının ardından FKÖ liderliğine Yahya Hamudeh getirildi. Hamudeh'in halefi Yaser Arafat ise 1969'da örgütün başına geçti.

    FKÖ, çeşitli Filistinli grupları birleştiren şemsiye bir teşkilata dönüşerek, dünya çapında Filistinlileri harekete geçirip, davaya uluslararası destek bulmaya odaklandı.

    Eğitim, sağlık ve yardım kuruluşları kuran FKÖ, kendi güvenlik, istihbarat ve dış politika birimlerini kurarak devlet gibi örgütlendi.

    Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 14 Ekim 1974'te FKÖ'yü Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak tanıdı. Örgüt, 28 Ekim 1974'te Arap Birliği Rabat Zirvesi'nde de aynı sıfatla tanındı. FKÖ, 15 Kasım 1988'te Cezayir'den Filistin'in bağımsızlığını ilan etti.

    Aralık 1988'te FKÖ, İsrail'i tanıyarak teröre son verdi. Bunun karşılığında İsrail, 1993'te FKÖ'yü Filistin halkının meşru temsilcisi olarak tanıdı.

    FKÖ lideri Arafat, 11 Kasım 2004'te öldü. Örgüt, Arafat'ın ölümünden beri Mahmut Abbas tarafından yönetiliyor.

    Ayrıntılar

    Mülteci

    Savaş ya da doğal bir afetten kaçarak ülke sınırları dışına çıkmak zorunda kalan kişilere denir.

    Filistin özelinde bu terim, Siyonistler tarafından evlerini terk etmek zorunda bırakılan Filistinliler için kullanılıyor. Yüz binlerce mülteci 1948'de ve İsrail'in tarihi Filistin'in geri kalanını işgal ettiği 1967'de komşu Arap ülkelerine kaçtı. Bugün bu mültecilerin sayısı yedi milyonun üstünde. Bu da dünya çapında BM idaresindeki mülteci kamplarında barınan toplam mülteci sayısının üçte birine karşılık geliyor.

    Mülteci hakları çeşitli uluslararası hukuk maddeleriyle garanti altına alınmış durumda. Eve dönüş hakkı, Filistinlilerin barış süreciyle ilgili en önemli taleplerinden biri. Burada kastedilen, Filistinli mültecilerin 1948'den önceki topraklarına geri dönme hakkı.

    11 Aralık 1948'de kabul edilen 194 sayılı Birleşmiş Milletler kararında "evlerine dönüp komşularıyla barış içinde yaşamayı isteyen mültecilerin dönüşüne izin verilmesi gerektiği" ifade edilmektedir.

    Ayrıntılar

    Yahudi Yerleşim Yerleri

    Yerleşim yerleri terimi, 1948 öncesinde Siyonistler ve daha sonrasında İsrail tarafından tarihi Filistin'de inşa edilen ve sadece Yahudilerin yaşadığı yapılar için kullanılıyor. Yerleşim yerlerinde yaşayan Yahudilere de yerleşimci adı veriliyor.

    Siyonistler ilk Yahudi yerleşim yerlerinerden birini 20. yüzyıl başlarında Tel Aviv'de inşa etti. Avrupa'dan Yahudi göçü artınca, Siyonistler daha fazla arazi edinip, yeni yerleşim yerleri kurmaya başladı. Daha sonra İsrail ordusuna dönüşen Siyonist güçler, 1948-50 yılları arasında ele geçirdikleri tarihi Filistin'in %78'inde yer alan Filistin köy ve kasabalarının kalıntıları üzerinde de Yahudi yerleşim alanları kurdu.

    İsrail, tarihi Filistin'in kalan %22'lik kısmını ele geçirdiği 1967 savaşından sonra, bu bölgede de yerleşim yerleri oluşturdu. BM, çıkardığı kararlarla yerleşim yerlerini defalarca kınadı ve bunların uluslararası hukuku ihlal ettiği görüşünü tekrarladı. İşgal altındaki Doğu Kudüs ve Batı Şeria'da yaşayan yerleşimcilerin sayısı aşamalı olarak yaklaşık 600.000'e yükseldi.

    Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki yerleşim yerlerinin birbirleriyle ve İsrail'le bağlantısı yan yollarla sağlanıyor. Bu yollar Filistinlilerin yaşadığı bölgelerin etrafından geçiyor ve sadece Yahudiler tarafından kullanılabiliyor. İşgal altındaki Batı Şeria'da yaşayan İsrailli yerleşimciler silah taşıyabiliyor ve sık sık Filistinlilere saldırıp, tarım alanlarına zarar veriyorlar.

    İsrail, Filistin arazilerine el koymaya ve Yahudi yerleşim yerlerini arttırmaya devam ediyor. Bu durum yüzünden Filistinlilerin tarihi Filistin'in geri kalanında bile sürdürülebilir bir devlet kurma imkanı kalmıyor.

    Ayrıntılar

    Utanç Duvarları

    Irk ayrımı duvarı olarak da biliniyor, Ayırma Bariyeri, Güvenlik Duvarı, Duvar

    Yerleşim yerleri terimi, 1948 öncesinde Siyonistler ve daha sonrasında İsrail tarafından tarihi Filistin'de inşa edilen ve sadece Yahudilerin yaşadığı yapılar için kullanılıyor. Yerleşim yerlerinde yaşayan Yahudilere de yerleşimci adı veriliyor.

    Siyonistler ilk Yahudi yerleşim yerlerinerden birini 20. yüzyıl başlarında Tel Aviv'de inşa etti. Avrupa'dan Yahudi göçü artınca, Siyonistler daha fazla arazi edinip, yeni yerleşim yerleri kurmaya başladı. Daha sonra İsrail ordusuna dönüşen Siyonist güçler, 1948-50 yılları arasında ele geçirdikleri tarihi Filistin'in %78'inde yer alan Filistin köy ve kasabalarının kalıntıları üzerinde de Yahudi yerleşim alanları kurdu.

    İsrail, tarihi Filistin'in kalan %22'lik kısmını ele geçirdiği 1967 savaşından sonra, bu bölgede de yerleşim yerleri oluşturdu. BM, çıkardığı kararlarla yerleşim yerlerini defalarca kınadı ve bunların uluslararası hukuku ihlal ettiği görüşünü tekrarladı. İşgal altındaki Doğu Kudüs ve Batı Şeria'da yaşayan yerleşimcilerin sayısı aşamalı olarak yaklaşık 600.000'e yükseldi.

    Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki yerleşim yerlerinin birbirleriyle ve İsrail'le bağlantısı yan yollarla sağlanıyor. Bu yollar Filistinlilerin yaşadığı bölgelerin etrafından geçiyor ve sadece Yahudiler tarafından kullanılabiliyor. İşgal altındaki Batı Şeria'da yaşayan İsrailli yerleşimciler silah taşıyabiliyor ve sık sık Filistinlilere saldırıp, tarım alanlarına zarar veriyorlar.

    İsrail, Filistin arazilerine el koymaya ve Yahudi yerleşim yerlerini arttırmaya devam ediyor. Bu durum yüzünden Filistinlilerin tarihi Filistin'in geri kalanında bile sürdürülebilir bir devlet kurma imkanı kalmıyor.

    Ayrıntılar

    Siyonizm

    Siyonizm Yahudilerin ulus-devlet kurmasını amaçlayan milliyetçi bir siyasi ideolojidir. Avusturyalı bir Yahudi olan Theodor Herzl, siyasi Siyonizmin babası olarak anılır. Siyonist hareket, 19. yüzyıl sonlarında Avrupa'da gelişen anti-semitizmin karşısında filizlendi. Hareket, özellikle Yahudi devletini Arap topraklarında, yani tarihi Filistin'de kurma kararı aldıktan sonra Batı Avrupa devletlerinin desteğini aldı.

    Siyonistler öncelikle mümkün olduğunca çok sayıda Filistinliyi sürerek tarihi Filistin'de olabildiğince fazla toprak edinmeyi amaçladı. İdeoloji, 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupalı Yahudilerin Filistin'e toplu göçünü etkin biçimde destekledi. Bu çabalara ve 2. Dünya Savaşı sırasında Avrupa'da anti-semitizmin keskin yükselişine rağmen Filistin'deki Arapların sayısı hâlâ Yahudilerden fazlaydı. Bu yüzden, İsrailli tarihçi İlan Pappe'nin de belirttiği gibi, Siyonist liderler projeyi gerçekleştirebilmek için yerli Filistinliler üzerinde bir etnik temizlik yürütmenin ya da onları zorla sürmenin gerekli olduğunun farkındaydılar.

    1948 yılında, dönemin Dünya Siyonist Örgütü Başkanı David Ben Gurion Filistin'de İsrail devletinin kuruluşunu ilan etti. Siyonistler, İsrail'in Yahudiler için güvenli bir anavatan olması gerektiğini savunarak, dünyanın dört bir yanından Yahudilerin İsrail'e göç edip vatandaş olmasına imkân tanıdılar. Siyonizm karşıtları, görüşün bir çeşit sömürgecilik olduğunu savunuyor. Bu kişiler, toprakların yerlisi konumundaki Filistinlilere uygulanan etnik temizliğin ve işgal altındaki topraklarda inşa edilen hukuk dışı yerleşim yerlerinin Siyonizmin sömürgeci tavrının kanıtı olduğunu düşünüyor.

    Yahudilere tarihi Filistin'de mutlaka bir Yahudi ulus-devleti kurmak için çağrı yapan sömürgeci bir hareket.

    Siyonizm'in Hedefleri

    Bir Yahudi devleti kurulmalı,

    Tüm dünyadaki Yahudiler bu devletin tabii bir uyruğu sayılmalı,

    Başkenti Kudüs olmalı,

    Siyon dağına Hz. Süleyman'ın heykeli dikilmeli bunun için tüm dinler saf dışı edilerek Süleyman mabedi tamamlanmalı,

    Yahova'nın emri üzere Arz'ul Mevud' un yani vaat edilen topraklar Nil'den Fırat'a kadar İsrail devletine katılmalı ve bunun için Büyük Ortadoğu Projesi gerçekleşmelidir,

    Bunun gerçekleştirilmesi için de modern siyonizmin öncüsü Avusturyalı Teodor Hezl'e (1860-1904) göre önce Osmanlı ve yönetimi yıkılmalıdır tezini savunur. Bir yandan oryantalistler, diğer yandan Siyonistler ne acı ki yıkımda rol oynarlar.

    Ayrıntılar

    Evanjelizm (Hristiyan Siyonizmi)

    Kıyametin insan eliyle geleceğini ve bunu Yahudilerin yapacağına fakat Evanjelistler süreç için altyapı hazırlaması gerektiğini inanmış tarikat olan Evanjelizm, Amerika'daki Hristiyan toplumunun en tutucu ve radikal kanadını ifade eder.

    Evanjelizm, ilk kez Protestan reformu sırasında Luther ve onun bağlılığı için kullanılmıştır. Ancak bugün için Evanjelizm Amerika'daki Hristiyan toplumunun tutucu kanadını ifade etmektedir.

    Yahudilere ve Siyonizm'e olan ilginç bağlılıkları ise Evanjelikleri Hıristiyan dini içinde oldukları farklı bir yere oturtur. Evanjelikler Eski Ahit'in, "Yahudilerin tanrının seçilmiş halkı ve kutsal toprakların Yahudilerin malı olduğu, Yahudilerin Mesih'in gelişi ile birlikte dünya egemenliğine ulaşacakları" gibi kehanetlerini tamamen kabul ederler. Bu konuda kendilerine düşen en büyük misyonun ise Yahudilerin egemenliğine destek vermek olduğunu düşünürler.

    Bu bakımdan bir nevi Hristiyanlık ve Yahudiliğin karışımından meydana gelen ve Protestanlığın bir alt mezhebi olan Evanjelistlere Siyonist Hristiyanlar da denmektedir.

    Hristiyan Siyonizmi denilebilecek Evanjelizm'in kökenleri 17. yüzyıl İngiltere'sinde ki isyankar püriten küçük burjuvaziye kadar uzanır.

    İngiltere'de baskı gören püritenlerin önemli bir kısmı yeni dünyaya (Amerika) göç etti. Kendilerini, İsa Mesih'in geri döneceği ortamı hazırlamak üzere tanrı tarafından seçilmiş bir grup olarak görmeye başladılar. Amerika onların vadedilmiş topraklarıydı.

    İkinci Dünya Savaşı sonrası Nixon ile yavaş yavaş politikaya ısınmaya başlayan Evanjelist taban, asıl uyanışını Reegan döneminde gerçekleştirdi. Clinton döneminde ise aynı gelişmeye gösteremediler. Bugün Evanjelistlerin ABD'nin ulusal ve uluslararası politikalarını etkileyecek güçte olduğu tartışılmaması gereken bir gerçektir. Bush ve neo-conların yaşama geçirmeye çalıştıkları Genişletilmiş Ortadoğu Projesi'nin, Evanjelistlerin "Yahudilere vaat edilmiş topraklar" ve "Armageddon Savaşı" inançlar ile birebir ilintili olduğu dikkat çekmektedir.

    Dünya çapında güçlü televizyonlardan, gazete ve yayınlardan, internet sitelerinden, video oyunlarından, sinema sektöründen ve bilim-kurgu romanlarından yararlanarak misyonerlik yapmaktadırlar. Bunun neticesinde Amerika'daki Evanjelist Protestanların sayısında ciddi bir artış gözlenmektedir. Evanjelistler 1987'de Protestan nüfusun %41'lik bir dilimini oluştururken, 2004'e gelindiğinde bu oran %54'e ulaşmıştır. Nüfusu 300 milyonu bulan Amerika'da Evanjelistlerin sayısı 100 milyonu aşmıştır. 1950 yılında tüm dünyadaki sayıları 4 milyon kadarken 2004 yılı rakamlarına göre 500 milyonu aştıkları görülüyor.

    Evanjelik inancına göre; Tanrının Evanjelik Protestan Hristiyanlar için olan uhrevi (cennetle ilgili) ve Yahudiler içinde dünyevi (yeryüzüyle ilgili) olmak üzere iki planı vardır. Öteki dinlere mensup insanlar ise tanrı için önem taşımazlar. Tanrının Yahudilerle ilgili planı gereği Yahudiler, vaat edilmiş topraklara dönüp Büyük İsrail'i kuracak ve dünyaya egemen olacaklardır.

    Evanjelikler ise bu plana destek olacaklar ve kendileri için kurtuluş ahirette gerçekleşecektir. Eski Ahit (Tevrat ve Zebur) ve Yeni Ahit'ten (İncil) oluşan Kitab-ı Mukaddes'e göre, İsa Mesih'in yeryüzüne yeniden inebilmesi için Yahudilerin "Kenan Diyarı" olarak da adlandırılan ve kendilerine tanrı tarafından vaat edildiğini iddia ettikleri topraklarda toplanmış olması gerekmektedir.

    Evanjelist Hristiyanların Yahudilere ve İsrail'e duydukları muazzam sempatinin ve Evanjelizm-Siyonizm ittifakının kaynağı ise bu inanıştır. Mesih geldiğinde Yahudiler ve Evanjelikler bir yanda, diğer yanda Müslümanlar olacak ve iki taraf arasında büyük bir çatışma yani "Armageddon Savaşı" yaşanacak ve İsa önderliğindeki Yahudiler ve Evanjelikler savaşı kazanarak dünya egemenliğine ulaşacaklardır.

    Neresinden tutsanız sapkınca ve tutarsız olan bu inanışa göre İsa, yeniden yeryüzüne geldikten sonra Armageddon (İbranicede Megiddo Tepesi anlamına gelir ve Kudüs'ün güneyinde Megiddo ovası vardır) savaşında Deccal'i ve ordusunu yenecektir.

    Ancak İsa'nın yeryüzüne dönebilmesi için gelişini tamamlayacak alametlerin "hızlandırılması" gerekmektedir. Vuku bulacağını inanılan yedi aşama şunlardır:

    1. Yahudilerin Filistin'e geri dönmeleri (Hitler'in zulmünden kaçarak Filistin'e dönen Yahudilerin, 1948 yılında İsrail devletini kurmaları ve ardından 1967 yılında Kudüs'ün tamamını ele geçirmeleri, Evanjelik Protestanlar tarafından Mesih'in gelişinin yaklaştığına dair güçlü ipuçları olarak değerlendirilmektedir.)
    2. Büyük İsrail'in kurulması ("Büyük Ortadoğu" veya "Genişletilmiş Ortadoğu" olarak adlandırılan proje çerçevesinde Irak ve Afganistan'ın işgal edilmesi, İran ve Suriye'yi de işgal etme planları ve Irak'ın kuzeyi ile Güneydoğu Anadolu bölgemizi içine alan bir Kürt devleti kurma hazırlıkları da bu çerçevede değerlendirebilir.)
    3. Yahudiler de dahil olmak üzere tüm dünya uluslarını İncil'in "müjde" olarak vaaz edilmesi. (Misyonerlik faaliyetleri bununla bağlantılıdır. Rice Üniversitesi Sosyoloji profesörü William Martin'e göre "yabancı ülkelerde faaliyette bulunan Protestan misyonerlerin yaklaşık %90'ını Fundamentalistler ve Evanjelikler oluşturmaktadır.")
    4. Yedi yıl sürecek olan felaket dönemi (türbülasyon veya kaos olarak da adlandırılan bu dönemde Yecüc ve Mecüc orduları tarafından İsrail işgal edilecek ve ABD ile İngiltere İsrail'in yardımına geleceklerdir.)
    5. İsa Mesih'in ikinci kez dünyaya gelişi
    6. Armageddon Savaşı
    7. Kıyametin kopması ile İncil'e ve İsa Mesih'e inananların cennete yükseltilmeleri.

    Evanjelistlere göre insanlığın kaderi ilahi bir senaryo ile önceden belirlenmiş ve herkes gibi Yahudiler de bu kozmik tiyatroda kendilerine biçilmiş rolü (Büyük İsrail'i kurmak) oynamaktadırlar.

    Sonuç olarak tarihte ilk kez farklı inanç ve hesaplarla "Kral Davud" soyundan gelen Yahudilerin beklediği "Mesih" Evanjelist Hristiyanların beklediği "İsa Mesih", Şiilerin beklediği "Kayıp 12. İmam Mehdi" ve 21. yüzyılın ilk çeyreğine yönelik "kuvvetli inanç" ve spekülatif siyasi hareketler şaşılacak derecede örtüşüyor!

    Ayrıntılar

    Süleyman Mabedi

    Süleyman Tapınağı, Tevrat'a göre Kudüs'teki ilk Yahudi tapınağıdır. Süleyman aleyhisselam tarafından yapıldığı için de “Süleyman Mabedi” olarak bilinmektedir.

    Yahudi kaynaklarına göre Yahudiler göçebe hayat sürdükleri dönemde ve Filistin’e yerleşmelerinin başlarında ibadetlerini “Mişkan” adı verilen portatif tapınakta yapmaktaydılar. Ahit Sandığı da Mişkan’daki “kutsallar kutsalı” adı verilen bölümde saklanmaktaydı. MÖ. 1000 yıllarında Davud aleyhisselam Kudüs'ü fethetti ve şehri imar ederek burayı Yahudi toplumunun başkenti yaptı.

    Ahit Sandığı’nın çadırda bulunmasından rahatsız olan Davud aleyhisselam, hem Ahit Sandığı’nın korunacağı hem de Allah'ın evi olarak kabul edilecek görkemli bir mabed yapmak istemişti. Ancak Tevrat'a göre kendisinin bu mabedi yapması tanrı tarafından uygun görülmedi.

    Tanrının isteğine uyan Davud bu mabedi yapmamış ancak mabedin yapılacağı yeri belirlediği gibi yapılması için kaynaklar hazırlamış ve mabedin ayrıntılı planını da oğlu Süleyman'a vermişti.

    Süleyman aleyhisselam hükümdarlığının dördüncü yılında, MÖ. 964 dolaylarında mabedin inşasına başladı. Tevrat'ta belirtildiğine göre Süleyman aleyhisselam tapınağın yapımına Yahudilerin Mısır'dan çıkışının 480. yılında başlamıştır.

    Süleyman aleyhisselam daha önce Davud aleyhisselamın sarayının yapımında büyük emeği geçen ve Davud aleyhisselam ile yakın dostluğu bulunan Sur Kralı Hiram’dan da malzeme ve zanaatçı tedarik ederek yardım aldı. Mabedin inşasında işçilerin başında Hiram bulundu. MÖ. 957 yılında tapınağın inşası tamamlandı. Ancak tapınağın etrafında bulunan kraliyet sarayı ve diğer kraliyet binalarının tam bir kompleks haline gelmesi 30 yıl kadar zaman almıştır.

    Genel görüşe göre Süleyman Mabedi, Kudüs'teki Harem-i Şerif'in bulunduğu dağ sırtının orta bölümünde yer alan Kubbet’üs-Sahra'nın olduğu yere inşa edilmiştir. Dönemin mimarisine göre Süleyman Mabedi, “kutsallar kutsalı”, “kutsal yer” ve mabedi kutsal olmayan yerden ayırmak için yapılmış “eyvan” olmak üzere üç bölümden oluşmaktaydı.

    Yahudi kaynaklarına göre Süleyman aleyhisselamın yaptığı mabed, “birinci mabed” olarak nitelendirilmektedir.

    “Kur'an'da Süleyman aleyhisselamın emrinde çalışan cinlerin mihrablar, heykeller, havuzlar kadar geniş leğenler ve sabit kazanlarda ne dilerse yaptıkları belirtilmiştir.” (Sebe, 13)

    Babil sürgününden dönen Zerubabel'in idaresindeki Yahudiler, yıkılan mabedin yerine tapınak inşasına başlamış ve bu tapınak MÖ. 515’te tamamlanmıştır. (ikinci mabed)

    Roma İmparatorluğu'na bağlı Kral Herod, ikinci mabedi daha görkemli bir şekilde yeniden yapmaya MÖ. 20 yılında başladı. Bir-iki yıl içerisinde ibadet bölümü tamamlanan mabedin diğer bölümlerinin tamamlanması uzun yıllar sürmüştür.

    1. 66 yılında Romalı idarecilerin yönetimine karşı fanatik Zeolatlar tarafından çıkarılan isyan sonrasında tapınak, Romalı idareci Titus tarafından MS. 70 yılında yıktırıldı.

    İkinci tapınağın tahrip edilmesinden sonra üçüncü bir tapınağın inşası için dua etmek, bir Musevi için günde 3 kez yapılan Musevi ibadetinin resmi parçası haline gelmiştir. İbadetlerine “gelecek yıl Kudüs’te” diye son verirler.

    Her halükarda tapınağın nasıl ve ne zaman inşa edileceği sorusu hem Müseviler hem de Musevi olmayanlar tarafından sürekli tartışılmaktadır.

    Birinci yüzyıldan sonra genişlemeye başlayan İbrahimî dinlerden Hristiyanlık ve Müslümanlığa ait kutsal yerlerin de burada bulunması mevcut sorunu daha karmaşık hale getirmektedir.

    Buna ilaveten Kudüs’ün politik durumu ve tarihi tapınağın bulunduğu düşünülen alanda Müslümanlarca mukaddes kabul edilen Mescid-i Aksa'nın bulunması tapınağının yeniden inşa edilmesinin önündeki en büyük engel olarak Yahudilerin önünde durmaktadır.

    İsrail uzun yıllardır Süleyman Mabedi’ni bulabilme bahanesiyle arkeolojik kazılar yapmaktadır. Ancak Filistinliler ve Müslüman alemi İsrail'in yaptığı kazıların amacının Mescidi Aksa'yı ortadan kaldırmak olduğunu çok iyi bilmektedir.

    Tahrif edilmiş ve sadece dünya menfaatine dayalı bu çalışmalara karşı Müslümanların duyarsızlığı ve ilgisizliği ne acı bir durumdur.

    Rabbimiz Kudüs'ün önemini bizlere Kur'an-ı Kerim'de bildirmiş, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hadis-i şeriflerinde buranın ehemmiyetini anlatmış.

    Hz. Ömer (radıyallahu anh) Kudüs'ü fethedip Hristiyanlarla anlaşarak adaleti getirmiştir. Selahaddin Eyyubi'nin Allah'ın yardımı ile Haçlılardan alarak tekrar Müslümanların hizmetine sunduğu Kudüs, 1516-1918 yılları arasında ecdadımız Osmanlılar tarafından idare edilmiştir.

    Günümüzde esaret altında olan Kudüs-i Şerif, tekrar hürriyetine kavuşmayı beklemektedir. Kudüs muhakkak kurtulacaktır. Ancak Rabbimiz ihlaslı, dertli ve gayretli müminlere bu fethi nasip edecektir.

    Ayrıntılar

    Mesih Nedir

    Mesih, Musevi metinlerinde Yahudi milletinin kurtarıcısıdır. Yahudiler onun Davud soyundan Yusuf oğlu Mesih veya Efraim oğlu Mesih adı ile geleceğini inanmaktaydılar.

    Yahudiler Mesih'in birinci yüzyılda kendilerinin Roma İmparatorluğu'nda yaşadıkları sorunları sona erdirmek üzere gönderileceğini, dünyevi bir krallık kuracağını ve kendilerine yol göstereceğini düşünüyorlardı.

    1600'lü yıllarda İzmir doğumlu bir Yahudi olan Sabetay Sevi, Yahudi toplumunu kendisinin Mesihlik iddiası etrafında toplamayı ve onları kötü durumdan kurtarmayı denedi. Ancak şikayetler üzerine yargılandı ve ölüme mahkum edileceğini anlayınca tövbe edip Müslüman oldu. Benzer şekilde tarihin farklı zamanlarında Mesihlik iddiası ile ortaya çıkarak dünyanın çeşitli yerlerindeki Yahudi topluluklarında (cemaatlerinde) dalgalanmalara sebep olan kişiler vardır.

    Yahudiler Hz. İsa'yı (as) Mesih olarak kabul etmezler.

    Hristiyanlar Hz. İsa'nın (as) Yahudi dini metinlerinde anlatılan Mesih olduğuna inanırlar. Yahudiler bu görüşe katılmak ve kendisi de bir Yahudi olarak dünyaya gelmiş İsa'yı Mesih olarak kabul etmezler.

    Hristiyanlar Mesih'in daha çok ruhani bir kurtarıcı olduğuna ve insan ırkını kurtarmaya geldiğine inanırlar. Bahsi geçen krallık ise manevi bir krallıktır (Tanrının Krallığı). Ahir zamanda İsa Mesih'in ikinci defa yeryüzüne inişi ve ordusu ile birlikte Deccal'i yenip yok etmesi ile gerçekleştirilecektir.

    Kur'an'da Nisa suresinin 158-159. ayetlerinde Rabbimiz şöyle buyurur: "...Allah onu (Hz. İsa'yı) kendi nezdine kaldırmıştır. Allah izzet ve hikmet sahibidir. Kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce ona (Hz. İsa'ya) iman edecek olmasın. Kıyamet günü o (Hz.İsa) onların aleyhine şahit olacaktır."

    " Melekler demişlerdi ki: Ey Meryem! Allah sana kendisinden bir kelimeyi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir; dünyada da ahirette de itibarlı ve Allah'ın kendisine yakın kıldıklarındandır." (Al-i İmran suresi, 45)

    " Hristiyanlar ise 'İsa Mesih, Allah'ın oğludur' dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri sözleridir. Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih'i rab edindiler." (Tevbe suresi, 30-31)

    " Andolsun, 'Allah, Meryem oğlu Mesih'tir' diyenler kesinlikle kafir oldu..." (Maide suresi, 72)

    " Bir de inkarlarından, Meryem'e büyük bir iftira atmalarından ve 'Biz Allah'ın peygamber Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük' demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar." (Nisa suresi, 157)

    Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur:

    " Ruhum elinde olan Allah'a yemin ederim ki Meryem'in oğlu İsa adil bir hakem olarak aranıza inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, İslam'dan başka şeyi kabul etmeyecektir. Döneminde mal o kadar çok olacak ki, kimse dönüp de mala bakmayacaktır." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

    Bir kısım İslam âlimi tarafından Kur'an'da ki Mesih tabirinin beklenen bir kurtarıcıyı değil, Hz. İsa'nın bir lakabının tanımladığına inanılmaktadır. Bununla birlikte İslam âlimleri arasında, Mesih kavramı konusunda tam bir fikir birliği yoktur.

    Prof. Ali Özek ve Prof. Hayrettin Karaman tarafından hazırlanan Kur'an-ı Kerim ve Türkçe açıklamalı Meali'nde şöyle geçmektedir: Allah, peygamberi Hz. İsa'yı Yahudilerden korumuş, onu öldürmelerine mâni olmuştur. Onu kendi katına kaldırmıştır.

    Ancak bunun şekli ve zamanı üzerine farklı açıklamalar ve anlayışlar vardır. Çoğunluğa göre Allah onu, kudretiyle manevi semalardaki hususi mevkine kaldırmıştır, kıyametten önce tekrar dünyaya gönderecektir, o zaman bütün ehl-i kitap onun peygamber olduğuna inanacak, batıl inançlarından kurtulacaklardır.

    Hz. İsa (as) dünyada kaldığı müddetçe Kur'an ile hükmedecek, haç ve domuz ile ilgili batıl uygulamalara son verecektir. Bir başka anlayışa göre Allah onu Yahudilerden korunmuş, eceli gelince vefat ettirmiştir ve ruhunu semadaki yerine kaldırmıştır.

    Mescidi Nebevi'de İslam Peygamberinin ayak ucunda İsa aleyhisselam için ayrılmış bir yer bulunmaktadır. İslam inancına göre Mehdi zamanında İsa aleyhisselam gökten indikten sonra bir müddet bu dünyada yaşayacak, sonra her insan gibi vefat edecektir. Vefat ettiğinde Mescidi Nebevi'deki yerine defnedilecektir.

    Ayrıntılar

    İbrani Nedir

    İbrânî kelimesinin kökü Arapça 'ıbr'dır. Ibr, nehrin bir kenarından geçmek anlamındadır. Yahudiler Fırat nehrini geçerek Arz-ı Mev'ud'a yani bugünkü Filistin'e geldiler.

    Bundan dolayı orada yaşayan Kenanîler, Yahudileri "nehri aşan" anlamında İbrânî lafzıyla nitelediler.

    Ayrıca bu kelimenin "bedevî" kelimesiyle de mana bakımından benzerliği olup kırda, çölde göçebe hayatı yaşayan demektir. İsrâiloğulları Kenan ülkesini yurt edinerek şehri ve yerleşik hayata öğrendikleri zaman, "ibrî" kelimesinden nefret etmeye başladılar. Çünkü bu kelime, kendilerine göçebelik devri hayatlarını, bedevîliklerini, kabalıklarını hatırlatıyordu. Bu sebeple sadece "İsrâiloğulları" adıyla anılmaya tercih ettiler.

    İbrânî ismi İsrâiloğullarının eski adıdır. İsrail ise Yakub aleyhisselamdır. İbrânîler, Hz. Yakub'un sülalesinden oldukları için kendilerine "Benu İsrail" demişlerdir. İbrânîlerin kullandığı dile de "Îbrânîce" denmiştir.

    Zamanla Filistin'in güney bölgesinde yerleşen Hz. İbrahim ve beraberindekiler bir müddet sonra burada büyük bir kıtlıkla karşılaşmışlardır. Her taraftan kovulan ve ölümle burun buruna gelen İbrânîler, çadırlarını sökerek başka bir yurt aramaya karar vermiş, Gosen memleketinin insanlar ve sürüler için bol yiyecek ve içeceği olan yakın otaklarına göçmüşler, burada Mısır hükümeti tarafından iyi muamele görmüşlerdir.

    İbrânîlerin Mısır Maceraları Yusuf aleyhisselam ile başlar. Hz. Yusuf çöldeki bu kavmi Mısır'da toplar, orada zenginleşirler. Yerli halk buna tepki gösterir. Firavun, doğan çocukların öldürülmesini emreder. Durum bu vaziyette iken Hz. Musa ortaya çıkar. Firavunla aralarında uzun hadiseler cereyan eder. Kavmini Firavundan kurtarmak için yola koyulan Hz. Musa, Sina'da kendisine vahyedilen on emri açıklar.

    MÖ. VIII. yüzyılda İbrânîlerin zenginlik kaynaklarına göz diken Asurluların İbrânîlere saldırdığını görüyoruz. Hz. Süleyman'dan sonra ikiye ayrılarak çekişmelere devam eden İbrânîlerden bir grup kuzeyde merkezi Sâmiriye olan İsrail devletinin oluştururken, diğeri de merkezi Kudüs olan Yahudi Devletini kurdu. MÖ. 721'de Asurlular İsrail devletini ortadan kaldırdılar. Filistin'e girerek Kudüs'ü yakıp yıktılar, İbrânîleri kılıçtan geçirdiler.

    Hz Musa'nın ölümünden sonra kendilerini ona nispet ederek Musevi diye de anılmış olan İbrânîler Allah Teâlâ'nın kendilerine göndermiş olduğu peygamberleri öldürdükleri ve apaçık mucizelerini yalanladıkları için Allah'ın gazabına uğramışlar ve onun rahmetinden kovulmuşlardır.

    Yahudi milleti Allah'ın gazabına uğramış olmanın bir neticesi olarak, Tih sahrasında uzun bir süre şaşkın ve perişan şekilde dolaşmıştır. Yine tarihte Romalılar ve Yunanlılar tarafından da kılıçtan geçirildiler, yurtlarından sürüldüler ve dünyanın dört bir yanına dağıtıldılar

    1. yüzyılda İngiltere, 14. yüzyılda Fransa, 15. yüzyılda da İspanya, Yahudileri memleketlerinden sürdüler. Dünya milletlerinin bütününün kin ve nefretini çeken Yahudiler Hitler'in milyonlarca Yahudiyi öldürmesi üzerine İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan Hitler aleyhtarlığını iyi kullanarak basın ve yayın organlarından da istifade etmek suretiyle Yahudi düşmanlığının yayılmasına engellediler. Fakat son yıllarda Filistin'de yaşayan mazlum insanlar üzerine başlıca uyguladıkları terör, bütün dünya insanlarının nefretinin bir defa daha Yahudilere çevrilmeye başlamasına sebep oldu.

    Bu durum Hz. Peygamberin şu hadis-i şerifini hatırlatmaktadır:

    "Yahudilerle mutlaka savaşacaksınız ve onları mutlaka tepeleyeceksiniz. Hatta taş, "Ey Müslüman! Şu arkamdaki Yahudi'dir, gel de ona öldür." diyecektir." (Müslim, Fiten, 79)

    Günümüzde Yahudilik, tarihini Hz. İbrahim ile başlatır. Yahudi inancına göre Hz. İbrahim ilk Yahudi'dir. Hz. İbrahim, Tevrat'ın ifadesine göre "Ur" şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Azer ailesini alarak Harran'a göç etmiştir. Tanrı daha sonra Hz. İbrahim'e Kenan bölgesine gitmesini emretmiştir. Bunun üzerine Hz. İbrahim yanına ailesini de alarak Kenan'a gitmiştir. Burada kuraklığın baş göstermesi üzerine Mısır'a giden Hz. İbrahim tekrar Kenan'a dönmüştür.

    Yahudiler Filistin diyarının Tanrı tarafından İsrail halkına vaat edilen ülke olduğuna veya Yehova'nın yardımı ile bu ülkeyi ele geçireceklerini gönülden kabul edip İsrail halkını Tanrı tarafından seçilmiş halk olduğuna inanırlar.

    Görüldüğü gibi ibrânî mitolojisi dinsel olduğu kadar kavimsel-ırksal bir nitelik de taşımaktadır. İbrânî halkının bölgedeki güçlü halkların arasında yok olup gitmemesi için ana tanrıça ağırlıklı dinlerin karşısına ibrânî halkının tek tanrı inançlı dini uzlaşmaz bir şekilde dikilmekte, ibrânî tanrısı Yehova, ibrânî halkını kutsayıp yüceltirken diğer halkları lanetlemektedir. İbrânî geleneğinin yukarıda anlattığımız duruşu, bu halkın birliğini ve bütünlüğünü pekiştirdi. Yenilgiye ve zulme azim ve sabırla direnme gücü verdi.

    Ayrıntılar

    Armageddon Savaşı

    Kıyamet alametleri her dinde, hatta birçok batıl dinde ve felsefede bile mevcuttur. Kainatın batacağını, dünyanın ve insanlığın yok olacağını sadece dinler değil, modern bilim dahi kabul ediyor.

    Dinler ise kainatın son günleri ile ilgili bilgiler verirler. Vahiyden beslenen kaynaklar kıyamet öncesi yaşanacak olayları, alametleri bildirirler.

    Sırasıyla Yahudi - Hristiyan - İslam kaynaklarına baktığımızda, kıyamet alametleri ile ilgili birçok konuda benzerlik görürüz.

    Bunun dışında farklılık olarak Eski ve Yeni Ahit'e baktığımızda kıyamet alameti olarak büyük bir savaştan, Armageddon Savaşı ndan bahsedildiğini görürüz.

    İncil'e göre insanlık tarihinin son savaşı olan Armageddon Savaşı gerçekleşecek ve bundan sonra yeryüzünde bir daha savaş olmayacaktır. Bu savaşta iyiler ve kötüler son defa karşı karşıya gelecekler ve kötülük sonsuza kadar bitecektir. İnançlarına göre tanrı, yani Hz. İsa, bizzat bu savaşta yer alacaktır.

    Kelime olarak Armageddon, Megiddo'nun dağı mânâsına geliyor. Bu bölge tarih boyunca insanlık tarihini değiştiren büyük savaşlara sahne olmuş. İncil'de bu savaşlarla ilgili bilgiler mevcut. Tarihçilere göre en az 30 tane büyük savaş Megiddo'da gerçekleşmiş.

    Bütün bu savaşların son büyük savaş ile farkı ise son savaşın, yani Armageddon'un İncil'e göre bizzat tanrının iyi ve kötü ile savaşı olması. Hristiyan ilahiyatçılar bu nedenle Armageddon'dan "tanrının savaşı" diye bahsederler.

    İncil'e göre dünyadaki tüm krallar bu bölgede askerler ile beraber toplanacaklar ve atının üzerinde olan Hz İsa'ya karşı savaşacaklar. Başlarında Anti-Christ (Deccal) olacak ve eski Babil'in ruhunu temsil edecektir. Hz. İsa dünyayı karıştıran tüm zalimleri yok edecek ve dünyaya gerçek adaleti getirecektir.

    Ardından yeni dünya düzeni kurulacak, dünya krallığı oluşacak ve yeni çağ başlayacaktır. Bu küresel hakimiyetin merkezi ise Kudüs olacaktır. Eski Roma İmparatorluğu şeklinde yönetilecek, ulus devletler kalmayacak ve uluslararası askeri güç oluşturulacaktır.

    Bu nedenle bazı Hristiyan 'tarikatlar' Hz. İsa gelsin diye savaşın hemen gerçekleşmesini arzular ve bu yönde ciddi propagandalar ve eylemler yaparlar. Evanjelist literatürde buna "tanrıyı kıyamete zorlama" denir.

    Evanjelistler kendilerini tanrıya bu konuda yardımcı olduklarını düşünürler. Kutsal kitaplarında geçen kıyamet alametleri gerçekleştirmek için çaba sarf ederler ve bu nedenle - sevmemelerine rağmen- Yahudilere destek olurlar, çünkü son savaşı Müslümanlar ve Yahudiler arasında olacağına inanırlar.

    Savaşın gerçekleşeceğini inandıkları bölge Mezopotamya'dır. Mezopotamya, Irak, Kuzeydoğu Suriye, Güneydoğu Anadolu ve Güneybatı İran topraklarından oluşmaktadır. Mezopotamya kelime anlamı ile "iki ırmak arasındaki bölge" mânâsına gelir ve bu bölge Dicle ile Fırat nehirleri arasındadır.

    Aynı şekilde Tevrat'ta vaat edilmiş topraklar olarak görülen bölge Nil ile Fırat nehirleri arasıdır. Bu bölgede krallığın kurulacağını inanırlar.

    Bazı kaynaklara ve Hristiyan tefsirlere göre savaşın çıkış nedeni bu bölgede kurulması planlanan bir Kürt devleti olacak ve büyük savaş Türklerle yapılacaktır.

    Bu alametleri inanan kıyamet tarikatları sayısal olarak az, fakat lobileri sayesinde dış politikaları etkileyebilecek güçteler.

    Özellikle ABD'de bulunan Evanjelistler tüm güçleriyle bu kehanetlerin oluşmasına yardımcı oluyorlar. Dolayısıyla bu fikir bilinçaltlarında bulunduğu sürece bu fantezilerini realiteye dönüştürme hevesinde olacaklar.

    Örneğin ABD eski başkanı Ronald Reagan'ın 1981 yılında Armageddon ile ilgili sözleri kayıtlarda mevcut:

    "Dünya tarihinde ilk kez Armageddon Savaşı'nın başlaması ve Mesih'in ikinci gelişi için her şey yerinde. "Eski Ahit'te ki antik peygamberlere ve Armageddon işaretlerine dönüp baktığımda, savaşın gerçekleşeceğini görecek kuşağın biz olup olmadığımızı merak etmekten kendimi alamıyorum."

    Ayrıntılar

    Oslo Anlaşması

    Oslo Anlaşması, İsrail Hükümeti ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında ilk defa 1993 yılında barış sürecini başlatmak için imzalanmıştır. Anlaşmanın ana destekçisi Amerika Birleşik Devletleri idi. Bu da birinci anlaşmanın Washington'da neden imzalandığını açıklıyordu.

    Oslo Anlaşması'nın Detayları

    Anlaşmanın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin kararlarına dayanan "Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkını" yerine getirmeye yönelik süreci başlatması hedefleniyordu.

    Anlaşmayla ilki olarak FKÖ, İsrail işgal devletince Filistin halkının temsilcisi olarak tanındı ve müzakereler iki taraf arasında yapıldı.

    İkincisi Mısır'da imzalanan Oslo Anlaşmaları…

    Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde sınırlı özerklik verilen bir Filistin yönetimi kuruldu. FKÖ İsrail ile müzakerelerin daimi ortağı olarak kabul edildi.

    Anlaşmanın üzerinde durulması beklenen en önemli konular, İsrail ve Filistin sınırları, İsrail'in yerleşimi, Kudüs'ün durumu, İsrail'in Filistin özerkliğini tanımasından sonra bölgedeki askeri varlığı ve kontrolü, ayrıca Filistinlilerin geri dönüş hakkıydı.

    Ancak aradan geçen 26 yılın sonunda işler daha da karmaşık hal aldı.

    Oslo Anlaşması'na göre Filistin Özerk Yönetimi sadece Filistin topraklarının küçük bir kısmı üzerinde kuruldu.

    Bu anlaşma işgal topraklarına Yahudi göçünün artmasına sebep oldu. Bu süre içinde bir milyon Yahudi işgal topraklarına göç etti.

    Filistinlilerle “barış anlaşması” yapıldığını duyan Yahudiler artık işgal topraklarını “güvenli” olduğu inancıyla işgal topraklarına rahat bir şekilde göç etmeye başladı.

    Oysa söz konusu anlaşmadan önce Yahudilerin işgal topraklarına göç etmesi psikolojik destek gerektiriyordu.

    Anlaşmadan sonra Yahudi yerleşim birimleri hiç olmadığı kadar arttı. Bu da işgal altındaki Filistin şehirleri arasındaki irtibatı kesti.

    Bu yerleşim birimlerinin alanı kâğıt üzerinde işgal topraklarını %1,6 oranını teşkil ediyordu. Ancak bu yerleşim birimleri arasında yapılan yollar, alt yapı ve buna bağlı araziler işgal topraklarının artık %45’ine tekabül ediyor.

    Bu anlaşmadan sonra Kudüs’te Yahudi nüfusu hızlı bir şekilde arttı. Doğu Kudüs’te bile nerdeyse Filistinli nüfus ile Yahudi nüfusu birbirine eşit hale geldi.

    Doğusuyla Batısıyla Kudüs’ün bütününde ise ne yazık ki Filistinli nüfus Yahudi nüfusunun ancak üçte birine tekabül ediyor. Bu da Kudüs’ün “Yahudi kenti” olduğu algısını oluşturuyor!

    İsrail, bu anlaşmadan sonra güvenlik gerekçesiyle Batı Şeria ile Filistin’in diğer toprakları arasında duvar ördü.

    Bunun sonucunda işgal altındaki Filistin toprakları birbirinden kopuk, küçük kantonlar haline geldi. Ayrıca bu duvar verimli Filistin topraklarının önemli bir kısmının heba olmasına yol açtı.

    İsrail bu duvarla Yahudilerin işgal edilmiş topraklarda yaşama algısını değiştirmeyi başardı. Çünkü bu duvar örülmeden önce Filistinlilerle İsrailliler arasında sürekli bir temas ve sürtüşme vardı. Bu da Yahudileri umutsuzluğa ve bıkkınlığa sevk ediyordu.

    Bu anlaşma sonucunda, Filistin Özerk Yönetiminin kurulmasıyla birlikte Filistin Kurtuluş Hareketi, Filistin’i işgalden kurtarma idealinden vazgeçti. Dahası İsrail ile her türlü ilişkiyi kurarak şahsiyetini ve izzetini yitirdi.

    Oslo Anlaşması, Filistin halkının içine fitneyi düşürdü. Çünkü bu yönetim Filistin halkının bir kısmını yönetimin bazı imkânlarından yararlandırırken bazılarını da bunun dışında bıraktı. Bu da Filistin halkı arasında fitneye sebep oldu. Yani Filistinliler için hak olan direnişi de zayıflattı.

    Oslo Anlaşması artık Filistinlilerin de “bir vatanı” olduğu algısını oluşturarak, Filistin mülteci sorunun önemini kaybetmesine yol açtı. Dünya kamuoyunda artık “Filistinlilerin bir vatanı vardır” algısı Filistin sorununa ilgiyi azalttı.

    Oslo Anlaşması ile birlikte Filistin sorunu 1948 tarihinden 1967 tarihine taşındı. Böylece İsrail 1968 yılında işgal ettiği bütün topraklar üzerinde meşruiyet hakkını elde etmiş oldu.

    Bu da İsrail’in “iki halk, iki devlet” stratejisinin kabul edilmesine yol açarak İsrail’in uluslararası kamuoyu nezdinde elinin güçlenmesini sağladı.

    Oslo Anlaşması'ndan 26 yıl sonra Filistin'de ne değişti?

    Filistin halkının barışa dair özlemlerini gidermesi beklenen Oslo Anlaşması'nın üzerinden tam 26 yıl geçti. Filistin Kurtuluş Örgütü, 26 yıl önce Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin yüzde 22'sinde bir Filistin devletinin kurulması için Filistin topraklarının yüzde 78'inden vazgeçti!

    Oslo Anlaşması ile Filistin halkının hakları görmezden gelindi, Dünya işgal devleti İsrail'i tanıdı.

    Oslo Çıkmazında Filistin

    Oslo anlaşması “Filistin özerklik düzenlemeleri üzerine bir ilkeler bildirgesi”ydi. 13 Eylül 1993 tarihinde imzalanmış ve imzalanmasından 5 yıl sonra, yani 1998’de, bir Filistin devletinin kurulmasıyla bitmiş olması gerekiyordu. Ancak hiçbir Filistinli bağımsızlığa bir adım dahi yaklaşamadı.

    Oslo anlaşmasını imzalayabilen tek kişi olarak merhum Filistin lideri Yaser Arafat (Ebu Ammar), o zaman da ve bugünün koşullarına benzer bir durumda, bağımsız bir Filistin devletini netice verecek bir anlaşma istemiş ama anlaşmanın imzalanmasından 26 yıl sonra, herkesin çıkışı olmayan bir geçitte sıkışıp kaldığı ortaya çıkmış oldu.

    Tüm bu hususlar dikkate alındığında Filistinlilerin bir bütün olarak yeni bir yol haritası çizmesi artık “zorunluluk” haline gelmiştir.

    Özetle Oslo Anlaşması, Filistinlilerin kalbine saplanan hançer olarak kalmaya devam ediyor!

    Ayrıntılar

    Burak Duvarı

    Yahudiler ‘Süleyman Mabedi’nin kaybı sebebiyle’ ağlayarak bu duvarın önünde dua ettiklerinden, Mescidi Aksa’nın batı duvarını ‘Ağlama Duvarı’ diye adlandırmışlardır. Ancak, batı dünyasında Ağlama Duvarı-Wailing Wall olarak bilinen yerin gerçek adı Burak Duvarı olup, İslam dünyasında bu ad kullanılmaktadır. “Burak Duvarı” adı, Peygamber efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) İsra/Miraç mucizesi esnasında “Burak” adlı bineğini bağladığı yere atfen verilmiştir.

    İslami literatürdeki rivayetlerde “Burak” bineği, katırdan küçük, merkepten büyük, beyaz renkli, çarptığında ayaklarını hızlandıran, uyluğunda iki kanadı olan ve adımını gözünün gördüğü mesafenin biraz daha ilerisine atabilen bir hayvan olarak tasvir edilmiştir.

    Burak duvarın ait olduğu Süleyman Mâbedi’nin (Beit ha-Mikdaş) inşasına ilk defa Hz. Süleyman tarafından saltanatının dördüncü yılında başlanmış ve yedi yıl altı ayda (yaklaşık m.ö. 967 veya 953) tamamlanmıştır.

    Bâbilliler’in Kudüs’ü işgali sırasında (m.ö. 587 veya 586) yağmalanan ve yakılan mâbed, milâttan önce 537-515 yılları arasında yeniden yapılmıştır. Bu ikinci yapıya Zorobabel Mâbedi de denilmektedir. Mâbed, Kral Hirodes’in (Hérode) milâttan önce 20 yılında başlattığı çalışma ile eski ölçüleri daha da genişletilerek yeniden yaptırılmış, ancak milâttan sonra 70 yılında Kudüs’ün Romalı General Titus tarafından kuşatılması sırasında tekrar yakılıp yıkılmıştır. Ağlama duvarı, Hirodes’in yaptırdığı mâbedin çevresini kuşatan duvarın bir kısmıdır ve Kudüs’ün doğu kesiminde, Kubbetü’s-sahra’nın da bulunduğu Harem-i şerif’in batı tarafında Tyropean vadisinin kayalık tabanı üzerinde yer alır.

    Tarihi kaynaklarda “Western Wall- Batı Duvarı” olarak bilinen ve Yahudilerin de “ha-Kotel ha-Ma’aravi” dedikleri bu duvar, Batı literatüründe Hristiyanlığın da tesiriyle “ağlama duvarı” (Wailing Wall) olarak adlandırılmıştır.

    Ağlama duvarı yaklaşık 485 m. uzunluğundadır.

    Toprak seviyesinin üstünde yirmi dört büyük taş sırası ile yer altında kalan on dokuz taş sırasından oluşur. Yüksekliği toprak seviyesinden itibaren 18 m. olup 6 metresi mâbed alanının seviyesini aşmaktadır. Taşlardan bazılarının uzunluğu 12, yüksekliği 1 m., ağırlığı ise 100 tondan fazladır. 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı’na kadar çevresindeki yapılar sebebiyle sadece 30 metrelik kısmı ibadet için kullanılmaktaydı. Bugünkü haliyle duvarın en üstünde bulunan on bir sıra, İslâmî dönemden kalmadır. Geri kalan kısım ise Hz. Süleyman döneminden kalma olmayıp MÖ 73-4 yılları arasında yaşayan yahudi kralı Hirodes dönemi mimari özelliklerini taşımaktadır.

    MS 1. yüzyıldan itibaren yahudilerin bu duvara karşı saygı duydukları, önünde ibadet ettikleri bilinmektedir.

    Onlar, Kudüs’ün ve mâbedin yakılıp yıkılışını, Romalılar tarafından esir olarak başka ülkelere sürülüşlerini anmak, hâtıralarını tazeleyip kinlerini bilemek, mâbede yeniden kavuşup yahudi hâkimiyetini kurmak hayali içinde dua ve göz yaşı ile yaslarını sürdürmüşlerdir. Tevrat tefsirlerine göre bu duvar yıkılmayacak ve Rab mâbedin batı duvarını asla terketmeyecektir.

    Bununla birlikte, ilk dönemlerde duvarın yanında herhangi bir ibadet yeri yapılmamış, hatta MS. 7. yüzyıla kadar yahudilerin Kudüs’e girmeleri bile yasaklanmıştı. Müslümanların idaresindeki Kudüs’te, muhtemelen tapınak alanında veya batı duvarındaki bir kapının yanında yahudilerin bir sinagogları vardı ve bu sinagog, Kudüs’ün Haçlılar tarafından zaptedildiği 1099 yılına kadar ayakta kalmıştı. 1173 yılında Kudüs’e uğrayan gezgin Benjamin de Tudèle, bütün yahudilerin dua için ağlama duvarına geldiklerini nakletmiştir.

    Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Kudüs’ü fethetmesi ve İspanya’dan kovulan yahudilerin 1492 yılından sonra Kudüs’e göçme veya burayı ziyaret etme imkânının doğmasından sonra, 1520’lere doğru, ağlama duvarı yahudiler için sürekli bir dua yeri haline gelmiştir.

    Başta İspanya olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinden kovulan yahudilere kucak açıp onları himaye eden Osmanlı Devleti, başta Kanuni Sultan Süleyman tarafından olmak üzere bu duvarı birkaç defa onarmış ve tamamen yıkılmaktan kurtarmıştır. Yahudiler, Osmanlı himayesinde yüzlerce yıl bu duvar önünde, yüzleri bu duvara dönük olarak durup dua etmişler, emellerinin tahakkuku için göz yaşı dökmüşlerdir. 16. yüzyıldan sonraki seyyahlar eserlerinde ağlama duvarından çokça bahsederler. Bu bilgilere göre, her gün ve bilhassa Kudüs Mâbedi’nin yıkılış yıl dönümü, Mısır’dan çıkış bayramı - Fısıh ve Büyük kefâret günü - Yom Kippur gibi dinî günlerde burası ibadet eden yahudilerin akınına uğramaktaydı.

    Duvar önünde ibadet için gelen Yahudilerin sayısının artmasından sonra yahudiler ağlama duvarı önüne sıralar, masalar koymak ve o bölgedeki evleri yıkmak istemişlerse de müslümanlar buna engel olmuşlardır.

    1929 yılında ağlama duvarı sebebiyle yine müslümanlarla yahudiler arasında olaylar çıkmış, Milletler Cemiyeti tarafından kurulan bir heyet, duvarın müslümanların mülkiyetinde olduğuna, yahudilerin ise orada dua edebileceklerine karar vermiştir. 1948 yılında Kudüs’ün batı kesiminin İstail, doğu kesiminin Ürdün tarafından işgal edilmesinden sonra ise yahudilerin bu duvarı ziyaret etmeleri yasaklanmıştır. Altı Gün Savaşı’nın üçüncü gününde (7 Haziran 1967), ağlama duvarının da bulunduğu Kudüs’ün doğu yakasının İsrail’in eline geçmesi üzerine, asker sivil bütün yahudiler duvarın önünde bu hadiseyi büyük bir coşku ile kutlamışlar, 2000 yıllık İsrail rüyasının gerçekleştiğini ilân etmişlerdir.

    Daha sonra ise duvarın bulunduğu bölgedeki Meğaribe mahallesi yıkılarak geniş bir alan açılmıştır.

    Yahudiler bu duvarı Süleyman Mâbedi’nden bir kalıntı kabul ettikleri için kutsal bir mekân sayarlar. Mâbedin yıkılış yıl dönümü başta olmak üzere çeşitli vesilelerle duvar önünde ibadet eder, Kudüs’ün ve Süleyman Mâbedi’nin yıkılışını, şehir ve mâbedden uzak kalışlarını yâdederek mâbedin Hz. Süleyman tarafından yaptırıldığı gibi yeniden inşasını arzular ve bunun için dua ederler. Yahudiliğin en büyük hedefi Süleyman Mabedini yeniden inşa etmektir. Ancak Ahd-i Atîk’te nakledilen Beth ha-Mikdaş’ın eski ölçülerine göre yeniden yapılması, bugünkü Kubbetü’s-sahre’nin yıkılmasına bağlıdır.

    Ayrıntılar

    “Yahudi Mezhepleri” Nelerdir?

    Yahudi mezheplerini üç ana grupta incelemek mümkündür:

    1- Makabid döneminde (MÖ 2. yy) var olan Hıristiyanlık öncesi mezhepler (bunlardan 5 adet).

    2- İslamiyet sonrası Yahudi mezhepleri. (Bunlardan 4 tanesi)

    3- Bugünün Yahudi mezhepleri (5 tanesi var)

    Hıristiyanlık öncesi Yahudi mezhepleri arasında;

    1-Hasidiler

    2- Ferisiler

    3-Sadukiler

    4-Essnîler

    5- Zelotlar

    1. a) Hasidis;

    Siyasetle ilgilenmediler ve kendilerini Süleyman Mabedi'nin restorasyonu, bakımı ve temizliğine adadılar. 13. yüzyıla kadar hayatta kalabildiler.

    1. b) Ferisiler;

    Bu mezhep Museviliğe yön ve şekil veren önemli bir mezheptir. Bu mezhebin üyeleri Tevrat'ın yanı sıra Talmut'a da saygı duyuyor. Yahudi hükümlerinin ve kanunlarının farklı şekillerde tartışılabileceğini ve yorumlanabileceğini kabul ediyorlar. HANIM. 70 yıla kadar var oldular.

    1. c) Sadukiler;

    Ferisilere karşı bir mezheptir, üyeleri aristokrat sınıftandır ve İsa Mesih'e düşmandırlar. Onlar sadece Tevrat'a bağlıydılar ve Talmut'a güvenmiyorlardı. HANIM. 70 yıla kadar var oldular.

    1. d) Essenis;

    Bu mezhebe girişin belli kuralları vardır, tarikata giriş süreci 3 yıl sürer ve mistik yönler hakimdir. Bu tarikata mensup olanlar hep beyaz giyerlerdi, el işi ve çiftçilikle uğraştılar, yiyecek ve giyecekleri paylaştılar. HANIM. 70 yıla kadar var oldular.

    1. c) Zelotlar;

    Dini bir mezhepten çok siyasi ve ideolojik bir mezheptir. Roma İmparatorluğu'na haraç ödemeyi reddettiler, Roma İmparatorunu "Lord" olarak tanımayı reddettiler, bunu bir feragat olarak gördüler ve isyan ettiler. Yahudi işbirlikçilerine ve Romalılara karşı gerilla savaşı yaptılar, 960 Zelot erkek, kadın ve çocuk 73'e kadar savaştı, teslim olmaktansa ölmeyi tercih ettiler.

    İslam sonrası Yahudi mezhepleri

    İslam sonrası Yahudi mezhepleri şöyledir;

    1-Rabbani Yahudileri

    2- Siyahlık

    3-Iseviyya

    4-Yudganiyye

    Rabbani Yahudiliği;

    Ferisilerin devamıdır, Tevrat'ı sadece dualarda kabul ettiler, Talmut'a büyük önem verdiler ve onunla hareket ettiler.

    1. b) Karaite Yahudiliği;

    Sadukilerin devamıdır, bu mezhebin kurucusu İmam-ı A'zam ile cezaevinde görüşmüştür. Tevrat'a bağlıdırlar, Talmut'u kabul etmezler. Bu mezhebin adı Arapça "kıraat" kelimesinden türemiştir, bu adı çok az tanesini okudukları için almışlardır, ancak bugüne kadar az bir kısmı da varlığını sürdürmüştür.

    1. c) Yahudi Museviliği;

    Bu mezhebin kurucusu Eb İsa İshak b. Yakub el-İsfahânî'dir, Emevi halifelerinden Halife Mansur zamanında yaşamış, beklenen Mesih olduğunu ilan etmiş, Allah'ın onu Yahudileri kurtarmak için gönderdiğini ve Yahudilerin çoğunluğunun ona inandığını söylemiştir. namazını günde 3 defa 7'ye çıkardı. Yerlerde et yemek ve şarap içmek yasaktı.

    1. d) Yudgâni Yahudiliği;

    Kurucusunun ölümünden sonra İseviyye mezhebinin kurucusunun yerine geçen, münzevi emrini veren, fiilin hizmetçiye ait olduğunu savunan, et ve içkiyi yasaklayan Yudgan'a ait bir mezheptir. Bu mezhebin en ilginç yönü Hz. Muhammed (s.a.v) ve Hz. İsa'yı aynı zamanda peygamber olarak kabul etmeleridir.

    Ayrıntılar

    “Yahudi Bayramları” Nelerdir?

    Musevi dini bayramları ve kutsal günleriyle musevi dinine ilişkin diğer anma, kutlama ve oruç günleri “İbrani Takvimi” esasına göre düzenlenmiş olup, miladi takvime göre bazı gün kaymaları olsa da, ibrani takvimine göre her yıl aynı tarihte ve dolayısıyla aynı mevsim içinde kutlanmaktadır. Çünkü musevi takvimi “Ay” ve “Güneş” esasına göre çalışır. Ay takvimleri güneş takvimlerine göre yılda 11 gün daha kısa olduğundan, bayramların hep aynı mevsime gelmesi için belli aralıklarla takvime 13. ay eklenmektedir. Bu nedenle, miladi takvimdeki 2019 yılı, musevi takviminde 5779 yılına denk gelmektedir.

    Yahudi bayramlarının genel karakteri, tarihte yaşanmış önemli olayların her yıl canlandırılması, hâtıralarla kin ve intikam duygularının daima canlı tutulmasına çalışılmasıdır.

    Musevi inanç disiplininin temel kutsal günü "Şabat"tır. İbrani Takvimine göre Pazar günüyle başlayan haftanın yedinci günü (cumartesi) "Şabat"; tanrısal irade uyarınca kutsal kılınan bir gün olarak, bireyin dünyasal kaygılarına ara verip ibadet ve Tevrat tetkikleri yoluyla kendini Tanrı'ya özgürleştirmesinin ve maneviyatını güçlendirmesinin beklendiği bir gündür. "Şabat" günü fiziki güç harcanacak herhangi bir iş yapılması dinen yasaklanmış olup, bugünün kendine özgü koşullar altında yaşanması esastır. "Şabat" koşulları cuma günü gün batımıyla başlayıp, cumartesi günü gün batımı sonrasına kadar devam eder.

    Roş aşana

    Roş aşana (Hatırlama günü) yahudi takvimine göre yılbaşı olup dünyanın her yerindeki yahudiler tarafından bayram olarak kutlanır. İki gün süren bayram boyunca yahudiler, ailece yemek yeme ve ballı elma veya elma reçeli yeme adetleri vardır. Sinagoglarda bayramın ikinci sabahı, senenin iyi geçmesini dilemenin sembolü olarak koç veya keçi boynuzundan yapılan şofar isimli eğri yapılı geleneksel bir çalgı çalınır. Roş Aşana'nın kutlandığı günler boyunca, yahudilerin haftalık tatil günü olan Şabat günü olan bütün yasaklar bu günlerde de geçerlidir.

    Yom Kippur

    Roş Aşana’dan on gün sonra Yom Kipur günü kutlanır. Yom Kippur ("Kefaret Günü"), yahudi yılının en kutsal günüdür. Tanrı’ya dönüş günü olarak da anılan Yom Kipur, Tevrat’ta (Tora) açıkça belirtilen tek oruç günüdür. Bugünde 25 saat süren ve topluca oruç tutulur ve kişi günahlarından ötürü bağışlanmak için dua eder. Şabat’ta (cumartesi) yasak olan her şey, Yom Kipur’da da yasaktır. Ayrıca, 25 saat boyunca yemek, içmek, soğuk suyla da olsa yıkanmak, ağzı çalkalamak, eşler arası ilişkide bulunmak, vücuda ferahlatıcı losyonlar sürmek, deri ayakkabı giymek yasaktır (deri kemer kullanılabilir).

    Mütedeyyin yahudiler Yom Kipur'da tüm günülerini, kimi zaman öğleden sonra verdikleri kısa ara haricinde, sinagogda, özel bayram dua kitabından dualar okuyarak geçirir. Dindar olmayan birçok yahudi de Yom Kippur'da sinagoga giderek ibadet etmeye ve oruç tutmaya özen gösterir. Yom Kippur akşamı, mumlar yakılmadan önce oruç öncesi yemeği yenir. Yom Kippur akşamı sinagogda ibadet duası ile başlar. Yom Kippur'da, özellikle de ibadet duası esnasında beyaz kıyafet ve deri olmayan ayakkabılar giyilir. Ertesi gün, sabahtan akşama kadar dualar okunur. Son dua vakti, şofarın uzunca bir süre üflenmesi ile sona erer.

    Roş aşana ve Yom Kipur’a yargılama ve bağışlama kavramlarına odaklanması nedeniyle “Ulu Günler (Yamim Noraim)” denir.

    Üç ziyaret (Hac) bayramı

    Yahudi kutsal günleri, Mısır'dan çıkış ve Tevrat’ın (Tora) indirilmesi gibi yahudi tarihinin önemli günlerini kutlarken, bazen mevsim dönümlerine ve tarım dönemlerindeki geçişlere de işaret eder. olarak da adlandırılan üç önemli bayramdan (Pesah Şavuot ve Sukot) oluşan bu bayramlara "Şaloş Regalim" (Üç ziyaret –hac- bayramı) denilmektedir.

    Pesah("Hamursuz Bayramı"), Mısır'dan çıkışı anmak için, ibrani takviminin ilk ayı olan nisan ayının 14. günü akşamı başlayan ve bir hafta süren bayramdır. Sekiz gün boyunca kutlanan Pesah’a, İsrail dışında yahudi paskalyası da denilmektedir. Pesah, antik çağlarda, arpa hasatına rastlıyordu. Yahudilerin evde kutladığı tek bayramdır. Bayram öncesinde tüm mayalı ürünler evden çıkarılır ve hafta boyunca tüketilmez. Evlerde, ekmeğin yanı sıra, buğday, arpa, çavdar, darı ve yulaf ve yan mamullerinin bulunmadığından emin olmak için etraflı temizlik yapılır ve kutlama yemeğinin verileceği günün sabahı son hamur artığı kırıntılar da sembolik olarak yakılır. Mayalı ekmek yerine, matsa adı verilen mayasız ekmek yenir.

    Şavuot ("Haftalar Bayramı"), Tevrat’ın (Tora) Sina Dağı'nda İsrailoğullarına indirilmesini kutlar. İlk meyveler bayramı olarak da adlandırılan Şavuot, antik çağlarda buğday hasatına rastlardı. Şauvot adetleri arasında, Tikkun Leil Şavuot olarak da bilinen ve tüm gece süren Tora okumaları, süt ürünleri yenmesi, Tevrat’tan Ruth’un Kitabı bölümünün okunması, ev ve sinagogların yeşillikler ile süslenmesi ve saflığı temsilen beyaz kıyafetler giyilmesi de vardır.

    Sukot ("Çardak Bayramı"), İsrailoğullarının Arz-I Mev’ud'a (Vadedilmiş Topraklar) giderken çölde dolaştıkları kırk yıl anılır. Dolaştıkları zaman boyunca İsrailoğullarının içinde yaşadıkları geçici barınakları temsilen sukot adı verilen geçici çardaklar inşa edilerek kutlanır. Meyve hasatına rastlar ve tarım döneminin sona erdiğini bildirir. Dünyanın her yerindeki yahudiler yedi gün yedi gece yemeğini sukotlarda yer. Sukot, yahudilerin yağmur duası etmeye başladığı Şemini Atzeret (sekiz toplanma günü) ile Tora okuma döneminin sonuna gelinerek yeni dönemin başlangıcına işaret eden Simhat Tora (Tora Sevinci) ile sona erer. Bayram, şarkılar söylenerek ve Tevrat tomarları ile dans edilerek kutlanır.

    Hanuka Bayramı

    Aralık ayında ise ibranicede adama veya kutsama anlamına gelen Hanuka bayramı, Işıklar ve Tanrı’ya yeniden adanma bayramı olarak kutlanır. Büyük İskender'in kurduğu Makedon İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Doğu Akdeniz'i merkeze alarak kurulan Selevkoslu İmparatorluğu'nun Kralı IV. Antiokhos’un ibadete kapatıp kirlettiği Mescid-i Aksâ’nın yahudi kohen Judas Maccabaeus tarafından kurtarılıp tekrar ibadete açılması (m.ö. 164) şerefine büyük şenliklerle kutlanır.

    Ayrıca, Mart-Nisan ayları arası Babil'de zamanın musevi düşmanı (antisemit) Haman tarafından yahudilerin kıyıma uğratılması olayının son anda Ester tarafından engellenmesinin anısına 2 gün süren Purim (kurtuluş günü), bayramı kutlanmaktadır.

    Yaz aylarına denk gelen Tapınağın yıkılması ve çeşitli talihsiz olayların anıldığı ve bir matem günü olan Tişa Beav de musevilerin önemli günlerindendir.

    Yahudiler İçin 2019 Yılındaki Bazı Önemli Tarihler:

    20-27 Nisan 2019: Pesah

    9-10 Haziran 2019: Şavuot

    11 Ağustos 2019: Tişa Beav

    29-30 Eylül 2019: Roş aşana (ibrani takviminde 5780 yılının başlangıcı)

    9 Ekim 2019: Yom Kipur

    14-20 Ekim 2019: Sukot

    22 Aralık 2019: Hanuka

    Kaynakça ;

    1) www.islamansiklopedisi.org.tr/bayram

    2) www.dunyadinleri.com

    3) www.salom.com.tr

    4) www.turkyahudileri.com

    5) www.hebcal.com / İbrani Takvimi

    6) www.wikipedia.com

    Ayrıntılar

    “Kibbutz” Ne Demektir?

    Kibbutz ibranicede, "topluluk" veya "birlikte" anlamına gelir. İsrail‘de ortaklaşa kullanılan yerleşim bölgesinin adı olarak kullanılmakta olup, kolektif çiftlik anlamına gelir. Kibbutzların İsrail‘in kuruluşunda çok önemli bir etkisi oldu.İlk kibbusz 1909 yılında kuruldu.

    Bugün 100 bin nüfuslu 250 kadar kibbutz bulunmakta olup, İsrail nüfusunun yaklaşık %3‘ü kibbutzlarda yaşamaktadır. Başlangıçta kibbutzlar, sadece tarım tabanlıydı. Bugün ise fabrikalar ve sınai üretim, tarım ile eşit seviyeye gelmiştir.

    Sözde israil devleti kurulmadan önce bu kibbutzlarla Filistin‘e yerleşen yahudiler, kiraladıkları bu arazileri zaman içerisinde baskıyla ve yüksek miktarlarda paralarla satın aldılar.

    1948‘de Sözde İsrail devleti kurulmadan yıllar önce 1909’da yahudilerin Filistin‘de tarım odaklı Kibbutz denilen bu çiftliklerden kurmaya başlaması sonrasında bu çiftliklerde güvenliği sağlamak için silahlı milisler görevlendirildi. Bu milisler zamanla Filistinlileri katletmeye başladı. Kibutzları koruyan bu milisler 1948‘den sonra ordunun temelini oluşturdu. Yine Suriye‘nin sınırları içinde olan Golan Tepeleri de bu modelle ele geçirildi. 1967‘‘de, Altı Gün Savaşı sırasında Golan‘ı işgal eden İsrail, şu anda su ihtiyacının %90‘ını karşıladığı bu topraklara 40 kibbutz kurdurarak, bölgeye 20 bin siyonisti iskan ettirdi. İşgal zamanında bölgedeki Suriyeli nüfusu 150 bin iken, işgal sonrasında ise bu sayı 15 bine düşmüştür.

    Asgari 100 dönüm arazi üzerine kurulan ve dünyada benzeri olmayan İsrail‘e özgü bu çiftliklerde en az 15 aile yaşamaktadır. Bir kibbutzun nüfusu 100-2000 arasında değişebilmektedir. Bu ailelerin ortak üretimi sonucu elde edilen gelir, üyelerin yiyecek, giyecek, barınak, sağlık giderleri karşılandıktan sonra, kibbutz üyeleri arasında eşit şekilde paylaştırılmaktadır. Kibbutzlarda musevilerin dini günü Şabat (her Cumartesi) dışında haftanın 6 günü çalışılır.

    İşgal devleti; Rusya, Etiyopya ve diğer Afrika ülkelerinden gelen Yahudileri, Filistin‘de yerleştirecek yeni arazi işgal edemediği için GAP bölgesinde kurmak istediği bu kibbutzlara yerleştirmeyi planlıyor. GAP bölgesinde yıllardır organik tarım yapma bahanesiyle bölgeye yerleşmeyi bazen resmi olarak bazen de gayri resmi yollardan gündeme getiren İsrail, en son Manavgat nehrinin suyunun satışı görüşmelerinde bölgede yahudi çiftçilerin kalabileceği ‘kibbutz‘lar için arazi istemişti. Ancak hiçbir şekilde karşılık bulmayan bu “hayal” her zaman İsrail’in gündeminde bulunmaktadır.

    Peki Sistemin İşleyiş Mantığı Nedir

    Üretimde kibbutizm, "herkes kabiliyetine göre yardım etmelidir" ilkesine göre işlemektedir. Tüketimde ise bu ilke herkesin ihtiyacına göre olmaktadır. Temel ihtiyaçlar merkezîleşmiş yapılar yoluyla hazırlanan hizmetler tarzında yerine getirilir. Üyeler ev, elbise, yiyecek, ihtiyarlık ve hastalık anında gereken bakımı eşitlik esasına göre paylaşırlar. Ayrıca üyelerin özel ihtiyaçlarına yönelik imkânları da vardır. Bu ihtiyaçlar için ayrılan miktar, kibbutzların refah seviyesine ve kişisel bütçelere bağlı olarak kibbutzdan kibutza değişmektedir.

    Ailenin ekonomik sorumlulukları yoktur. Çocuklarla ilgili ebeveynler farklı sorumluluklar yüklenmezler. Kibbutz, ilke olarak çocukların yetiştirilmesini ve eğitilmesini ortaklaşa yapar. Kibbutz çocuklarının çoğu, eğitilmiş bakıcıların nezaretinde çocuk yuvalarında yaşarlar. Yaşları ilerledikçe gelişen gruplar içerisinde büyür ve demokratik ilkelere göre kendilerini teşkilatlandırırlar.

    İlkokul eğitimi her kibbutzda sağlanır. Orta dereceli okullar için birkaç kibbutzun bir araya gelerek oluşturduğu okullar vardır. Çocuklar 18 yaşına kadar 12 yıllık kesintisiz eğitime tâbî tutulurlar.

    Yazar K. Bartölke göre Kibbutizmin tespit edilen bazı özellikleri şunlardır;

    Kibbutzlar, çoğunlukla birincil (ana) ve ikincil (tâlî) sektörleri birleştirip açıkça bir sürtüşmeye girmeksizin üretimin farklı tarzlarına uyum sağlarlar.

    Ekonomik araçlar üyelerin ihtiyaçlarına, eğitim, kültür ve sosyal konumlarına göre kolektif tarzda tespit edilir.

    Her üye, herhangi bir iktisadî teşvik olmaksızın görev yapar.

    Sosyal farklılaşmanın açıkça görüldüğü yerlerde bile çevreye bağlı olmalarına rağmen üyeleri arasındaki maddî eşitliği korumaya çalışırlar.

    Topluluk içinde yüksek dayanışma, sosyal güvenliği tamamlamayı gerçekleştirir.

    Üyelik, kişilerin kendi iradesiyle olur ve kişiler istediklerinde topluluğu terk edebilirler.

    Üyelerin katılmasıyla sosyal ve ekonomik plânlamayı birleştiren hiyerarşik yapılar olmaksızın karar verme ve yönetme denetlenir

    Bilindiği üzere, İsrail toplumunun gelişim süreci, kendine özgü şartları barındırmaktadır. Kibbutz üyeleri bu nedenle, yüksek ölçüde siyasi ve sosyal motivasyona sahiptir. Dünyada başka hiçbir yerde kibbutzlara benzer bu denli organize ve kitlesel yerleşim yerleri bulunmamaktadır. Ancak, İsrail için önemi olmasına rağmen kibbutz modelinin İsrail toplumu kurumlarına hâkim olacağı da beklenmemektedir.

    Kaynakça

    Alper Çelebi

    milligazete.com/kibbutzriski

    Ayrıntılar

    “Cihad” Ne Demektir?

    Güç ve gayret sarfetmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmak anlamına gelen Cihad kelimesi Arapça’da cehd kelimesinden türemiştir. (TDV İslam Ansiklopedisi, Cihad) İslami kaynaklarda ise İslâm`ın yükselmesi, İslam’ın ve Müslümanların korunması için gayret sarf etmek, bu yolda canla ve malla fedakarlıkta bulunmak, fitneyi ortadan kaldırmak anlamlarında kullanılır. Tasavvufta ise nefsin uygunsuz isteklerine karşı konmaya verilen isimdir.

    Kur’an’ı Kerîm’deki muhtelif ayeti kerimelerde ve Resulullah Efendimiz (sav)’in birçok hadisi şerifinde Allah yolunda cihad etmenin faziletlerinden bahsedilmiştir.

    Cihad İle İlgili Bazı Ayet-i Kerîmeler

    “Allah uğrunda hakkıyla cihad edin…” (Hac, 22/78)

    “…Mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Tevbe, 9/41)

    “ İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin velileridir…” (Enfâl, 8/72)

    Cihad İle İlgili Bazı Hadis-i Şerifler

    “Müşriklere karşı mallarınız, canlarınız, nefisleriniz ve dillerinizle cihad edin” (Ahmed b. Hanbel, III, 124; Ebû Dâvûd, Cihad, 17)

    Allah benden evvel hiç bir ümmete bir nebi göndermemiştir ki, ümmet içinde kendisine yardımcı olan havârîlere, yerleştirdiği geleneklere göre hareket eden arkadaşlara ve emirlerine itaat eden dostlara sahip olmamış olsun. Sonra bunları bir nesil takip eder. Onlar yapmadıklarını söyler, emredilmeyen işleri yaparlar. Bunlarla eli ile fiilen mücadele eden mümindir, dili ile mücadele eden mümindir kalbi ile mücahede eden mümindir. Bunun dışında kalanların hardal tanesi kadar da olsa imanları yoktur" (Müslim, İman 20);

    "Rasûlullah'a: "-hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu. " Allah'a ve Peygamberine iman etmektir. " dedi.

    "-Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda cihaddır" cevabım verdi sonra "hangisidir?" sorusuna karşı da: "-Makbûl olan hac'dır, " buyurdu" (Buhâri, İman, 18)

    Abdullah b. Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'a: -Yâ Rasûlallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye sordum. -Vaktinde kılınan namazdır, dedi. -Sonra hangisidir? dedim. -Anne ve babana iyilik etmendir, buyurdu. Sonra hangisidir? sorusuna da: -Allah yolunda cihad'dır, cevabını verdi." (Buhârî, Cihad, 1)

    Ebû Zerr (r.a.)'den şöyle rivayet edilmiştir: "-Ya Rasûlallah, hangi amel daha faziletlidir?" dedim. "Allah'a iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır" buyurdu. (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 531).

    Bir adam Peygamberimiz (s.a.v)'e geldi ve: "-İnsanların hangisi efdaldir?" diye sordu. Rasûlullah: "-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir" buyurdu (Buhârî, Cihad, 2)

    Ümmetin İzzetini Ayakta Tutanlar

    Resulullah Efendimiz (sav)’in Buhari’de geçen bir hadisi şerifinde “Ümmetim’den bir grup Allah’ın dinini ayakta tutmaya devam edecektir. Yalanlayanlar ve aykırı davrananlar, onlara bir zarar veremeyecektir. Kıyamet geldiğinde onlar bu durumda devam ediyor olacaklardır.” (Tevhid, 29) buyuruyor.

    Bir başka hadisi şerifte ise “Bu din yıkılmadan ayakta kalacaktır. Kıyamet kopuncaya kadar da Müslümanlardan bir grup, bu din için çarpışacaktır.” ve “Ümmetimden bir grup hak için cihada, kıyamet gününe kadar devam ediyor olacaktır.” buyruluyor. (Müslim, İmare)

    Bu hadisi şeriflerde görülüyor ki, sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’in ümmetinden bir taife – Taife-i Mensure – kıyamete kadar İslam’ın izzetini ayakta tutmak için cihad etmeye devam edecektir.

    Bu Müslümanların kim olduğunu ise şu hadisi şerifte öğreniyoruz;

    “Ümmetim’den bir grup dinde güçlü olmaya devam edeceklerdir. Güçlüklerle karşılaşsalar da düşmanlarını ezecekler, karşıtlarından etkilenmeyeceklerdir. Allah’ın kıyamet emri geldiğinde onlar bu hâlde olacaklardır. Ashap dedi ki: ‘Ya Resûlullah! Bunlar kimlerdir ve nerede bulunacaklardır?’ Kudüs’te, Kudüs’ün çevresinde olacaklardır. (Ahmed bin Hanbel, 22676)

    Bu itibarla, hak hukuk dinlemeden ve hiçbir kural tanımadan İslam’ın kutsal değerlerine ve mekanlarına saldıran, Müslümanların haklarına tecavüz eden zalimlere karşı cihadın, İslam’ın izzetini kuşanmış ve bu yolda can vermeyi şeref bilen yiğitler tarafından kıyamete kadar Kudüs’de devam edeceği açıkça görülmektedir.

    Ayrıntılar

    “Mülteci” Ne Demektir?

    Mülteci diye tanımlanan kişi; ülkesinde ırk, din, sosyal konum, siyasal düşünce ya da ulusal kimliği nedeniyle kendisini baskı altında hissederek kendi devletine olan güvenini kaybeden, kendi devletinin ona tarafsız davranmayacağını düşüncesi ile ülkesini terkedip, başka bir ülkeye sığınma talebinde bulunan ve bu talebi o ülke tarafından 'kabul' edilen kişidir.

    Sığınmacı nedir, kimdir ?

    Sığınmacı ise; Yukarıdaki nedenlerden dolayı ülkesini terkeden ve henüz sığınma talebi, kaçtığı ülkenin yetkilileri tarafından 'soruşturma' safhasında olan kişidir. İskan Kanunu Madde3/3'e göre "Türkiye'de yerleşmek maksadıyla olmayıp bir zaruret ilcasıyla muvakkat oturmak üzere sığınanlara sığınmacı denir".

    Göçmen nedir kimdir ?

    Göçmen; mülteci tanımında bulunan nedenlerin dışında, çoğu zaman ekonomik gerekçelerle, ülkesini gönüllü olarak terkederek başka bir ülkeye, o ülke yetkililerinin bilgi ve izni ile yerleşen kişidir.

    Türkiye’nin de taraf olduğu Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesinin YUKK md. 61 hükmünde mülteci;

    “Avrupa ülkelerinde meydana gelen olaylar nedeniyle; ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da yararlanmak istemeyen yabancılar ile bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya dönmek istemeyen vatansızlar” olarak tanımlanır.

    Mülteci sıfatının geçerli olabilmesi için 4 özelliğin var olması gerekmektedir:

    Sadece Avrupa’dan gelenler mülteci statüsüne sahiptir.

    Mülteci statüsünde söz konusu kişinin yabancı olması ve vatandaşı olduğu ülkenin tarafından diplomatik olarak korumaması şartı aranır.

    Mültecilik bireyseldir, kitlesel olarak gelenler mülteci statüsü kazanamaz.

    İltica eden kişinin vatandaşı olduğu ülkede zulme uğrama riskinin haklı bir dayanağı (well founded fear) olmak zorundadır.

    Tekrarlayacak olursak ;

    Mülteci; "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi" olarak tanımlanıyor. Yani mültecilere; uluslararası anlaşmalarla özel statü ve hukuki koruma sağlanıyor.

    Henüz bu korumadan faydalanamayanlar ise “sığınmacı" olarak nitelendiriliyor. Sığınmacı, mülteci olarak uluslararası koruma arayan ancak statüleri henüz resmi olarak tanınmamış kişilere deniyor.

    “Göçmen” ise, ülkesinden ekonomik veya diğer nedenlerle gönüllü olarak ayrılan kişi demek. Yani göçmenler ülkelerini kendi istekleri doğrultusunda terk ederken, mülteciler ülkelerini terk etme zorunda kalan ya da terk ettirilen kişilerden oluşuyor.

    Mülteciler konusunda çalışma yürüten örgütlerin başında ise BM Mülteciler Yüksek Komiserliği var.

    14 Aralık 1950'de BM Genel Kurulu tarafından kurulan örgüt; dünya genelinde mülteci sorunlarını çözmeye çalışıyor. Fakat kalıcı çözümlere ulaşmak pek de mümkün olmadı.

    Mülteci akınını engellemek için bazı önlemler alınsa da dünya insanların umut yolculuğuna hep seyirci kaldı.

    1) bianet.org

    2)turkiyehukuk.org

    3)ntv.com

    Ayrıntılar

    “Ahd-i Atik” Ne Nemektir?

    Hristiyanlar, yahudilerin kutsal kitabına Ahd-i Atîk demektedirler. Hristiyanlara göre, Allah ile insanlar arasındaki son ahid Hz. İsâ vasıtasıyla yapılmış olandır. Dolayısıyla bu yeni ahdin yazılı ifadesi olan metinlere Ahd-i Cedîd (Yeni Ahid), daha önceleri Allah ile İsrâiloğulları arasında yapılan ahdi ihtiva eden metinlere de Ahd-i Atîk (Eski Ahid) denilmiştir.

    Ahd-i Atik (Eski Ahid), Kur’an-ı Kerim’de ehl-i kitap olarak adlandırılan yahudi ve hristiyanların kutsal saydığı kitaplardan bir kısmı anlamına da gelmektedir. Ahd-i Atik'in Rab Yahve (Yahova) ile İsrailoğulları arasındaki bir sözleşme olduğuna inanılır. Yahudi inancına göre Rab, Hz. İbrahim (a.s.) ile bir sözleşme yapmış, aynı sözleşme daha sonraki peygamberler ile de tekrarlanmıştır. Bu sözleşme ile Rab Yahova, İsrailoğullarını kendi kavmi ilan etmiş ve onları diğer insanlardan üstün kılacağını, onları Arz-ı Mev'ud’a (Vaat edilmiş topraklar) götüreceğini söylemiştir. Yahudiler de bu vaade karşılık Rablerine verdikleri sözü tutup onun emirlerinden çıkmayacaklardı. Ahd-i Atik'in ilk otuz dokuz bölümünün kutsallığı konusunda yahudiler arasında görüş birliği bulunmakta olup, bunlar Kitab-ı Mukaddes'in ilk kısmını oluştururlar. Dokuz bölüm ise sadece katolikler tarafından kutsal sayılmaktadır.

    Ahd-i Atik, ibranice yazılmış üç büyük bölümden oluşmaktadır. Bunlardan Nebiim ve Kütübim kısımları Hz. Davud'a indirilen Zebur'dur. Ahd-i Atik'in en önemli bölümü ise Tora (Tevrat) olup, bu kısımlar Hz. Musa'ya indirilmiştir. Tevratı oluşturan bu bölümlere Esfar-ı Hamse (Beş Sifr) adı verilmekte olup bunlar: Tekvin, Huruç, Levitik, Adat ve Tesniye'dir. Tekvîn, yaratılıştan Hz. Yûsuf’un vefatına kadar geçen olayları, diğer bölümler ise Hz. Mûsâ’nın dünyaya gelişinden vefatına kadarki dönemde cereyan eden olayları, Hz. Mûsâ’nın ilâhî vahye mazhar oluşunu, çöldeki kırk yıllık hayatı anlatmaktadır.

    Yahudiler, Tevrat’ın, Hz. Musa’ya vahyedildiği şekliyle hiç bozulmadan günümüze kadar geldiğine inanırken, Kur’ân-ı Kerîm’de Allah, yahudilerin kitaplarını tahrif ettiklerini, tahrif edilmiş Tevrat’la amel edilemeyeceğini ve Hz. Muhammed’in (sav) Hz. Musa dahil tüm peygamberlerin önderi bir peygamber olduğunu vahyetmiştir. Ayrıca, modern din tarihi ve kutsal metin araştırmacıları da Tevrat’ın bugünkü şekliyle Hz. Mûsâ’ya atfedilemeyeceğini savunmaktadırlar.

    AHD-i ATiK ve HRİSTİYANLAR

    Ahd-i Atik, hristiyanlarca da kutsal kabul edilmekte ve hristiyan Kitab-ı Mukaddes’inin ilk bölümünü oluşturmaktadır. Özellikle yahudi ve hristiyan geleneğinde Hz. Musa’ya atfedilen bugünkü Tevrat, Babil esareti sonrasından başlamak üzere, kelime kelime Yahve tarafından vahiy edilmiş bir kitap olarak kabul edilmiştir. Bütün hristiyan kiliseleri prensip olarak yahudi kanonundaki (belirlenmiş kutsal metinler) kitapları kabul etmektedirler; ancak hristiyanlık, İskenderiye yahudilerine ait kutsal kitaplar kanonunu (listesini) benimsemiştir.

    Ahd-i Atik'in yahudilerce değerli ve saygın görülen ve masoretik metin olarak adlandırılan metinleri ile Grekçe yazılan metinleri arasında da farklılıklar söz konusudur. Yahudi kanonundaki kitaplara yapılan ilaveler dışında, ayrıca katoliklerin kutsal olup olmadığı tartışılan, geç dönemlerde kutsal metinler arasına alınan ve “deuterocanonique” diye adlandırıp kabul ettikleri kitaplar da vardır ki bunlar protestanlar tarafından “apokrif” (Kitab-ı Mukaddes’te olmayan, doğruluğu kesin olmayan metinler) sayıldıkları için kabul edilmemektedir. Doğu kiliseleri (Ortodokslar ve Kadıköy Konsili kararlarını kabul etmeyenler) ise bu kitaplarla ilgili açık bir tavır ortaya koymamışlardır.

    KAYNAKÇA

    http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=010501

    http://www.islamansiklopedisi.info/dia/ayrmetin.php?idno=010495

    sorularlaislamiyet.com.tr/ahd-iatik

    Ayrıntılar

    “Mesih” Ne Demektir?

    Hz. İsa (as)'nın bir lakabı olan "mesih" kelimesi, "MSH" kökünden gelir. İbn Abbas'a göre Hz. İsa (as), değişik hastalara el sürüp, onları Allah'ın izniyle sağlıklarına kavuşturduğu için bu lakabı almıştır. (bk. el-Kurtubî, IV/89)

    Hani melekler şöyle demişti: “Ey Meryem! Allah, seni kendi tarafından bir kelime ile müjdeliyor ki, adı Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada da, ahirette de itibarlı ve Allah’a çok yakın olanlardandır.” ( Al-I İmran 45)

    "Allah'ın izini ile körü ve alacalıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim..." (Al-I İmran 49)

    Bu ayetlerin mealindeki ifadeler de, İbn Abbas'ın bu tespitini desteklemektedir.

    Bazı dil bilimcilere göre, bu kelime İbrânicede "meşîha"olup, güzel bir yaratılışı ve mübarek bir sima ve bir kişiliği ifade etmektedir.( bk. el-Kurtubî, IV/89) Hz. İsa (as)'ın, Meryem Sûresinin 30-33. ayetlerinde yer alan,

    "Ben Allah'ın kuluyum. O, bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve dirileceğim gün selam benim üzerimedir."

    mealindeki ifadeleri, söz konusu mânâyı çağrıştırmaktadır.

    Bazı alimler, "mesih"kelimesinin, tertemiz anlamında olup Hz. İsa (as)'ın günâhlardan arındırılmış bir insan olduğunu ifade ettiğini söylemişlerdir.(bk. et-Taberî, IV/35.) Meryem Sûresinin 19. âyetinde yer alan,

    "Melek (Meryem'e hitaben): Ben, yalnız sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim, dedi."

    Şunu da belirtmeliyiz ki, bütün peygamberler birer kurtarıcıdır, kendilerine inanmış ümmetlerini cehennemden kurtaracaklardır. Hristiyanların Hz. İsa (as) hakkında kullandıkları "kurtarıcı" vasfı, onların teslis akidelerine işaret eden bir anlam yüklemektedir. Şüphesiz bu yanlış bir varsayımdır.

    Allah ( c.c) bütün peygamberleri muhatabı olan ümmetlerine birer kurtarıcı olarak olarak göndermiştir.

    Özet olarak ;

    Mesîh, Hazreti Îsâ aleyhisselâmın isimlerinden biridir. Îsâ aleyhisselâma; her türlü günâhtan korunmuş olması; dokunduğu hastaların Allah’ın izni ile şifa bulması; yeryüzünde çok seyâhat edip sesini-soluğunu her tarafa duyurması sebebiyle bu ismin verildiği rivayet edilmektedir.

    Kaynakça :

    www.sorularlaislamiyet.com

    www.hikmet.net

    Ayrıntılar

    “Ahd-i Cedîd” Ne Demektir?

    Kitâb-ı Mukaddes (Fr. La Bible, İng. The Bible, Alm. Die Bibel, İtal. La Biblia) deyimi Ahd-i Atîk ile Ahd-i Cedîd’i ifade etmektedir. Ahd-i Atîk hem yahudi, hem de hristiyanların kutsal kitabı olduğu halde, Ahd-i Cedîd sadece hristiyanlar tarafından kutsal kabul edilmektedir.

    İSLAM ANSİKLOPEDİSİNDE AHD-İ CEDİD

    İsrâiloğulları Tanrı’nın kendileriyle yaptığı ahdi bozunca, Tanrı onlara Yeremya (31/31) vasıtasıyla yeni bir ahid vaad etmiştir. Hıristiyanlara göre ise bu yeni ahid Hz. Îsâ vasıtasıyla yapılmıştır (bk. İbrânîler’e Mektup, 9/15). Bu son ahdin yazılı belgeleri kabul edilen metinlere de Ahd-i Cedîd (Yeni Ahid, Nouveau Testament, New Testament) adı verilmiştir. Ancak bu isim, milâttan sonra II. asrın sonlarına doğru kullanılmaya başlanmıştır. (bk. Nouveau Testament, s. 13).

    Ahd-i Cedîd’i teşkil eden kitapların sayısı, Trente Konsili’nde tesbit edilip kesinleşen şekliyle yirmi yedidir. Bu kitaplar İnciller (4), Resullerin İşleri, Pavlus’un (St. Paul) Mektupları (14), Genel (Katolik) Mektuplar (7), Yuhanna’nın Vahyi’dir.

    Hristiyanlığın ilk dönemlerinde İncil ve Havâriler diye iki bölüme ayrılan Ahd-i Cedîd (bk. H. Höpfl, DBS, II, 465), günümüzde, Ahd-i Atîk’te olduğu gibi, üç kısma bölünmüştür: 1. Tarihî Kitaplar: Dört İncil ve Resullerin İşleri; 2. Tâlimî Kitaplar: Pavlus’un Mektupları ile “Katolik” diye adlandırılan yedi mektup; 3. Peygamberlik: Yuhanna’nın Vahyi (bk. H. Höpfl, DBS, II, 465).

    Hz. Îsâ Ârâmîce konuştuğu halde, başta İnciller olmak üzere, Ahd-i Cedîd kitaplarının hepsi Grekçe’dir. Sadece Matta İncili’nin Ârâmîce olduğu, fakat onun orijinal nüshasının kaybolduğu söylenmektedir (bk. IB, s. 210-211).

    Ahd-i Cedîd’i teşkil eden kitaplar aynı zamanda ortaya çıkmış ve aynı tarihte yazılmış olmayıp Ahd-i Atîk’te olduğu gibi uzun süre şifahî olarak nakledilmiş, daha sonra yazıya geçirilmiştir. Ahd-i Cedîd külliyatı içinde en erken yazılanlar Pavlus’un Mektupları’dır. Daha sonra İnciller, en son olarak da Yuhanna’ya nisbet edilen yazılar kaleme alınıp bu koleksiyona dahil edilmiştir.

    Bazı yabancı kaynaklarda ise Ahd-i Cedîd'i şu şekilde tarif edilmektedir.

    Hristiyanların kutsal kitabı olan Kitâb-ı mukaddes'in ikinci bölümü.

    İncîl'in Ahd-i Cedîd kısmında doğrudan doğruya bir insanın anlattıkları hikâyeler, herhangi bir işin nasıl yapıldığını gören kimselerin görgü şâhidliği vardır. Sırf insan sözü olan bu kısımlar, kilise tarafından insanlara Allah sözüymüş gibi nakledilmektedir. (Kenneth Gragg)

    Ahd-i Cedid; Hristiyanların kutsal kitabı İncil’e verilen ad. Yeni Sözleşme adıyla da bilinir. 27 kutsal kitaptan oluşur: Bunlar, İncil’i yazan 4 havarinin kitabı, havarileri anlatan kitaplar, mektuplar ve vâhiy bölümleridir. Elde bulunan en eski bilgiler, Paulus’un mektuplarıdır (50-64 yılları). 1. yüzyılda bir araya getirildiler.

    Son metinler ise Yehuda ve Aziz Piyer’in mektuplarıdır. 1. yüzyılda tümü tamamlanan Ahd-i Cedîd ancak 4. yüzyılda Hristiyan Kilisesi tarafından tanındı. Bu kutsal kitaplara göre Tanrı, Ahd-ı Atik’e uymayan Musevileri cezalandırıp yurtlarından kovdu, kendileriyle yeni bir sözleşme (Ahd-i Cedîd) yaptı. Bu sözleşmenin kuralları İncil’ de toplandı.

    Özetle, Ahd-i Cedîd, insanların söz ve hatıralarından bahseden, Hz.İsanın ağzından değil de tamamıyla harici kaynaklar, hatırat ve sözler üzerine kurulu toplama bir külliyattır.

    Ayrıntılar

    “Via Dolorosa” Ne Demektir?

    Via Dolorosa; ‘Çile Yolu’,‘Acı Yolu’,‘Elemli Yol’ anlamına gelmektedir.

    Hristiyan inanışına göre Via Dolorosa; Hz. İsa (as)’nın ölüm cezasına çarptırılması üzerine, haçı sırtında taşıyarak çarmıha gerilinceye kadar Kudüs şehri içerisinde izlediği güzergaha verilen isimdir.

    Via Dolorosa’nın Sınırları

    Via Dolorosa’nın başlangıç noktası, günümüzde Kudüs’ün sur kapılarından biri olan Aslanlı Kapı’nın önündeki müslümanlara ait El-Ömeriyye İlkokulu’nun önünde bulunan Antonia Kalesi’dir. Burası, Pontus Pilatus’un Hz. İsa hakkında ölüm fermanını verdiği valilik binasıdır. Via Dolorosa’nın son durağı ise günümüzde hristiyanlar’ın en kutsal mabedi olarak görülen Kıyamet Kilisesi’nin bulunduğu Golgota Tepesi’dir.(1)

    Via Dolorosa’nın Durakları ve Hristiyanların Haccı

    Hristiyan hacılar için bu "Çile Yolu"nu kat etmek, her bir durakta bir müddet durup İncil'den ilgili pasajları okumak ve İsa Mesih'in çektiği ıstırabı hissetmeye çalışmak çok önemli bir hac ibadeti ritüelidir. Bu ritüele 300’lü yıllarda başlanılmış olup, ilk 8 durak 14.yüzyılda belirlenmiş ve 19. yüzyılda da son şeklini almıştır. Via Dolorosa güzergahı ve durakları, tarihi ve arkeolojik veriler yerine İncil metinlerine ve yüzyıllar içinde oluşan sözlü geleneğe dayanır. Bazı hristiyan hacılar ise, Hz. İsa'nın çekmiş olduğu bu elemi kendi bedenlerinde hissetmek için, söz konusu 14 aşamalı Çile Yolu’nu sırtlarında haç taşıyarak tamamlarlar. 14 aşamalı Çile Yolu güzergâhının son beş durağı, Kıyamet Kilisesi'nin içerinde yer almaktadır.

    Via Dolorosa Durakları

    İsa (as) ölüme mahkum ediliyor

    Canım ölüm derecesinde kederli. Burada kalın ve uyanık durun." (Markos, 14,34)

    Mesih İsa ağır haçı Ferisilerin ve toplanan halkın alaylı bakışları ve hakaret dolu bağırmaları arasında yaralı omuzlarına alır.

    Haçı omzuna alıyor

    "Baba, Senin isteğine uygunsa, bu kâseyi benden uzaklaştır. Yine de benim değil, Senin isteğin olsun." (Luka 22, 41)

    Mesih İsa Pilatus'un önünde elleri bağlı olarak durmaktadır. Kendisini suçlayanlar kinle: "Çarmıha! Çarmıha!" diye bağırmaktadırlar. Pilatus vicdanını dinlemeyerek Mesih İsa'yı ölüme mahkûm eder. Mesih İsa bu haksız kararı sükunetle dinler.

    İlk kez düşüyor

    "Rabbim, Seni çağırıyorum: Koş yardımıma! Kulak ver sesime, sana seslendiğimde." (Mezmur 141,1)

    Haç çok ağırdır. Kurtarıcımız bir taşa takılır ve düşer. Bunun üzerine ona kötü davranırlar. Fakat Mesih İsa kalkar, haçını taşır ve acılar içinde yoluna devam eder.

    Annesi ile karşılaşıyor

    "Annesi Meryem bütün bu olup bitenleri yüreğinde saklıyordu." (Luka 2, 51)

    Meryem Ana Oğlu'nu görmek için bir sokak köşesinde beklemektedir; çünkü bu ıstıraplı anında Oğlu'nun acılarını paylaşmak istiyor.

    Kirene’li Aziz Simon haçın taşınmasına yardım ediyor

    "Ya Rab, merhametin sayesinde kurtar beni." (Mezmur 6, 5)

    Düşmanlar Mesih İsa'nın yolda ölmesinden korkarak, oradan geçmekte olan Kirene'li Simon'u İsa'ya yardım etmesi için zorladılar.

    Azize Veronica tarafından yüzündeki ter mendille siliniyor

    "Yüzümü ara" dedin. Kalbim sana diyor: "Gerçekten aradığım, ey Rab, Senin yüzündür." (Mezmur 27,8)

    Mesih İsa sıcak güneşin altında ilerlemektedir. Yüzü kan ve ter içindedir. Bu sırada Veronika adında bir kadın kalabalığın arasından sıyrılıp Mesih İsa'nın terini siler.

    İkinci kez düşüyor

    "Selametimiz için olan ceza, O'nun üzerine indi ve O'nun bereleriyle biz şifa bulduk." (Yeşaya 53,5)

    Kurtarıcımızın kuvveti gittikçe azalmakta ve acıları artmaktadır. Bu sırada öncekinden daha fena bir şekilde düşer ve güçlükle kalkar.

    Kudüslü kadınları teselli ediyor

    "Ne mutlu ruhta yoksul olanlara: Göklerin Egemenliği onlarındır. " (Matta 5,3)

    Mesih İsa'yı götüren kafileyi, ağlayan kadınlar takip etmektedir. Mesih İsa bu kadınlara dönerek: "Benim için değil, çocuklarınız ve kendiniz için ağlayın." demekle onlara günahlardan pişman olmaları ve Allah'ın yargısından korkmaları gerektiğini hatırlatıyor.

    Üçüncü kez düşüyor

    "Senin karşında günahlarımız çoğaldı; suçlarımız bize karşı tanıklık ediyorlar." (İşaya 59,12)

    Kalabalık ıstırap tepesine yaklaşmaktadır. Bitkin halde bulunan Mesih İsa üçüncü kez düşer ve son kuvvetini harcayarak tekrar kalkar.

    Elbiseleri soyuluyor

    "Düşmanlarım beni gözetliyorlar; giysilerim için kura çekiyorlar." (Mezmur 12,18) .

    Kurtarıcımız Mesih İsa nihayet hükmün infaz edileceği yere varmıştır. Yaralarına yapışan elbiseleri üzerinden çıkarılırken, yaralar yeniden kanamağa başlar ve ıstırabı artar.

    Çarmıha geriliyor

    "İyi bakın da görün, başıma getirilen dert gibi, bir dert var mı?" (Ağıtlar 1,12)

    Cellâtlar Kurtarıcımızı ellerinden ve ayaklarından haça çivilerler. Mesih İsa bu sırada sözle anlatılamayacak kadar çok acı çeker.

    Çarmıhta ruhunu teslim ediyor

    "Canını benim uğruma yitiren, onu kurtaracaktır." (Matta 16,25)

    Kurtarıcımız Mesih İsa haçta asılı iken cellâtlarını affeder; yanındaki katile cenneti vaadeder; Yuhanna'ya da annesini emanet eder ve saat üçte yüksek sesle: "Her şey tamamlandı". Dedikten sonra ruhunu teslim eder.

    Çarmıhtan indiriliyor

    "Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur." (Yuhanna 15,13)

    Mesih İsa artık ıstırap çekmemektedir. Vücudu çarmıhtan alınıp Annesinin kollarına bırakılır. Oğlu'nu bu kadar seven bir anne için kanlı yaralar içindeki o vücudu seyretmek ne büyük bir acı!

    Naaşı geçici kabre konuyor

    "Bedenim güven içindedir, çünkü Sen ruhumu ölüler diyarında bırakmazsın." (Mezmur 16, 9-10)

    Kurtarıcımızın yaralı vücudu kayalara oyulmuş bir mezara konulur. Etrafı hüzün verici bir sükûnet kaplamıştır. Bu sükûnet onun ölüme karşı zaferini HABER vermektedir; gerçekten pek yakında Mesih İsa dirilecektir.

    (Sent Antuan Bazilikası tarafından yapılan Hac Yolu bildirisinden direkt alıntılanmıştır)(2)

    KAYNAKÇA

    İsmail Taşpınar, Hristiyanların Vazgeçilmez Şehri: Kudüs, Lacivert, Haziran 2017

    http://www.sentantuan.com/kilisemiz/hac-yolu/

    Ayrıntılar

    “Musevilik” Ne Demektir?

    Hz. Musa’nın dininden olan kişilere, ona inananlara Musevi denilir.

    Farklı anlamlara gelen yahudilik ve musevilik çoğu kaynakta aynı şeyi ifade etmek için kullanılmakta ve dini temsil etmektedir. da

    Musevilik bir dinin inancın adı olmasına karşın yahudilik bir ırkın ismidir. Bu nedenle musevilik ve yahudilik birbirinden ayrılır. Yahudiler kendi ırkından olmayan kişiyi kesinlikle aralarına kabul etmezken, musevilik ise Hz. Musa’nın dinine inanan herkesi içine almaktadır.

    Museviler, Musa Peygamber'in naklettiği kurallara göre yaşarken, yahudiler bu dini kendi emelleri uğruna değiştirip kendilerini“Allah tarafından seçilmiş ve daha üstün, özel insanlar topluluğu” olarak görürler.

    Musevilik, yaşayan ilahi kaynaklı dinlerden, mensubu en az olan bir dindir. Günümüzde yeryüzünde yaklaşık 16-25 milyon musevi vardır. Musevilik kendi içine kapalı, kendinden olmayanı dışlayan, kendi inanç düzeninden başka gerçek tanımayan bir din olarak kendini nitelendirir. Musevilik başlangıçta evrensel bir din sayılmış, daha sonra, topluluğun yaşadığı çok sayıda işyan, işgal, sürgünlerle birlikte sadece İbrani topluluğunun dini olarak kendilerini nitelendirilmiştir.

    Yahudilerin neredeyse tamamı musevi dinine mensuptur. Musevi dininin mensuplarının çoğu da yahudidir. Ancak, bütün museviler de yahudi değildir. Musevi türkler, musevi kürtler, musevi araplar vb.vardır. İsrail devleti, kendilerini musevi olarak değil yahudi olarak adlandırır.

    Musevilik, ırkı değil musevi halkını ve inanışını kapsar. Yani musevi, belirli ırka sahip insanları değil Allah’ın emirlerini Hz. Musa vasıtasıyla benimsemiş olan kişileri ifade etmektedir. Museviliğe göre, cennete ulaşmak için musevi olmak şart değildir. Tek tanrıya inanan ve Hz. Nuh'un evrensel yasalarını çiğnememiş her kişi, dini ne olursa olsun cennete gidebilecektir. Bir başka ifadeyle farklı ırklardan ve dinlerden gelenler musevi olabilmekte ancak yahudilik isesadece 12 boydan oluşan israiloğullarına özgü bir inanış biçimidir. Yahudilik, inanç sistemlerinin bir yansıması olarak aynı anda hem bir dini, hem bir kültürü, hem de belli bir topluluğu temsil etmektedir.

    Musevilik,, MÖ 598’den başlayan MÖ 538’de sona eren Bâbil Sürgününden sonra millî bir din haline gelerek yahudiliğe evrilmiştir. Ancak yahudilik, tek tanrıya, vahye dayanan mukaddes kitaba ve peygamberlere yer vermesiyle milli dinlerden; millileştirilip bir ırka tahsis edilmesiyle de, ilahi dinlerden farklı bir durum arz etmektedir. Günümüzdekiyahudiliğin bir din mi, ırk mı, yoksa millet mi olduğu pek net değildir. Yahudilikte din ve ırk olgusu, içi içe geçtiğinden birbirlerinden ayırmak güçtür.

     KAYNAKÇA

    Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Salime Leyla Gürkan Cilt:23 Sayfa:187-197

    com/kaynak/yahudilik-musevilik

    Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi(Musevilik)

    Ayrıntılar

    “Beytü’l Makdis Mescid-i Aksa” Ne Demektir?

    Beyt'ül Makdis; Kutsal Toprak

    Beytü'l-Makdis, türkçe ifadeyle “Kutsal Toprak” demek olup müslümanların ilk kıblesi, aynı zamanda en kutsal sayılan üç mescidinden biridir. Asıl adı Aramice Beth makdeşa, İbranice Beth ha-mikdaş ve Arapça Beytülmakdis olup "mukaddes ev" demektir. İlk kuruluşundan itibaren taşıdığı Beytü’l Makdis ismi, sonradan şehrin tamamı için kullanılmıştır. Buna Beytü'l-Mukaddes (mukaddes ev), Kudûs Camii ve Mescid-i Aksâ da denir.

    İslam alimleri, Kur’an-ı Kerim’de, Mescid-i Aksa’nın ve çevresinin Beytü’l Makdis olarak adlandırıldığı konusunda hemfikirlerdir.

    Mescid-i Aksâ; “en uzak mescid” demektir. Beytü'l-Makdis’in merkezi Mescid-i Aksa olup, Mekke'ye bir aylık mesafede olduğu için bu isim verilmiştir. Mescid-i Aksâ'ya da çevresiyle birlikte Harem-i Şerif denilmektedir. Mescid-i Aksa, Kudüs’ün doğusunda, etrafı yüksek surlarla çevrili, yaklaşık 144 bin metrekarelik bir alanı kapsamaktadır. Mescid-i Aksa’nın içinde, Kubbet-üs-Sahra, Kıble Mescidi gibi 200 civarı yapı bulunmaktadır. Mescid-i Aksa, Morya Tepesi’nde olup, tepenin en yükseğindeki kayalığın üzerinde Kubbet-üs Sahra bulunmaktadır. Yahudiler, şu anki Kubbet-üs Sahra’nın olduğu yerde Süleyman Tapınağı’nın olduğuna inanmakta, Süleyman Tapınağı’nı yeniden inşa etmek için Kudüs genelinde filistinli müslümanlara ait mülkleri, evleri işgali sürdürmektedir.

    Hz. Muhammed’e (SAV) gelen bir emirle müslümanların kıblesi Kâbe oluncaya kadar, peygamberimiz ve ashabı namaz kılarken Mescid-i Aksa’ya yöneliyorlardı. Aynı zamanda Mescid-i Aksa yahudiler için de gerek Süleyman Tapınağı’nın burada olması, gerekse Hz. Musa’nın “ahit sandığı” nın burada olduğuna inanıldığı için kutsal olup, yahudilerin kıblesi konumundadır.

    Peygamber Efendimizin, Rabbimiz ile arada hiçbir engel olmadan konuştuğuna inandığımız ve beş vakit namazın da farz olarak emredildiği Miraç gecesi için Kur'an-ı Kerîm'de İsrâ olayından bahsedilirken şöyle buyurulur: "Ona ayetlerimizden bazısını göstermek için kulunu geceleyin Mescid-i Haram'dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ ya götüren Allah her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. " (el-İsrâ' 17/1).

    İşte Miraç Gecesinde, Peygamber Efendimiz, “Hüzün Yılı” olarak da adlandırılan 618 yılında, bir gece Burak adlı bineğiyle Mekke’den Beytü’l-Makdis’e seyahat etmiş, Burak adlı bineğini Mescid-i Aksa'nın dış duvarına bağlamış, ardından Mescid-i Aksanın içerisinde o güne kadar yeryüzüne gelen bütün peygambere namaz kıldırmıştır.

    Hz. Muhammed (SAV), “yolculuk ancak şu üç mescitten birine olur”, diyerek bunlardan birinin Mescid-i Aksa olduğunu bildirmiştir. Diğerleri ise Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’dir. Hz. Peygamber miraç gecesinde; "Burak'a bindim Beytu'l-Makdis'e gittim" (Müslim, İman, 259; Nesaî, Salât, 10) buyurmuştur.

    Beytü’l-Makdis’in zengin bir tarihi geçmişe sahip olması, üç semavi din tarafından da kutsal sayılması, siyasi rekabetin yaşandığı topraklar olması, Kur’an-ı Kerim’de bereket merkezi olarak gösterilmesi, üç kıtanın (Asya, Avrupa ve Afrika) buluşma noktası olması ve jeopolitik konumu, bu bölgenin önemini göstermektedir. Tarih boyunca yıkım ve işgallere sahne olan Beytü'l-Makdis ve çevresi, müslümanların kontrolünde olduğu dönemlerde (Hz. Ömer dönemi, Emevi, Abbasi, Fatımi, Eyyubi, Memlükler, Osmanlı) en rahat ve bereketli günlerini geçirmiştir. Ancak, 1917 yılında I. Dünya Savaşı sürerken, Osmanlı Devleti bu bölgeyi İngilizlere karşı yaptığı savaşta kaybetmiş ve Osmanlı askerleri 9 Aralık 2017 tarihinde Filistin'den ayrılmıştır. Filistin toprakları 1917-1948 yılları arasında İngilizlerin, 1948’de itibaren de günümüze kadar yahudilerin işgali altında bulunmaktadır.

    Mescid-i Aksa ile İlgili Hadisler

    Peygamber Efendimiz (sav) hadîs-i şeriflerinde Beytü'l-Makdis'de namaz kılmaya teşvik etmiş: "Beytü'l-Makdis'e gidin, orada namaz kılın. Çünkü orada kılınan bir namaz başka yerlerde kılınan bin namaz gibidir. " buyurmuştur. (İbn Mace, İkametü's-Salât, 196).

    Yolculuk, ancak şu üç mescid’den birine olur: Benim şu mescidime (Mescid-i Nebevî), Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksa’ya. (Buhârî, Mescidü Mekke 16, Sayd 26, Savm 67; Müslim, Hac 415, 515).

    Bir adamın kendi evinde kıldığı namaza bir namaz sevabı verilir. Oturduğu beldenin sakinlerinin devam ettikleri camide kıldığı namaza yirmi beş kat sevap verilir. Cuma namazının kılındığı camide kıldığı namaza beş yüz kat sevap verilir. Mescid-i Aksa’da da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim camimde kıldığı namaza da elli bin kat sevap verilir. Mescidi Haram’da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir“(İbn Mace, İkametu's-Selah, 5/ 198. Ahmet b.Hanbel,2/ 16, 68.)

    Peygamber Efendimiz (sav), Hz. Süleyman’ın üç dileği olduğunu söyleyerek şöyle buyurmaktadır:

    “Davut oğlu Süleyman (as), Beytu’l-Makdis’i inşa edince Yüce Allah’tan üç şey istedi:

    Birincisi; doğru ve isabetli hüküm verme yeteneğinin kendisine verilmesini istedi ki, bu kendisine verildi.

    İkincisi; kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak bir iktidar verilmesini istedi. Bu da kendisine verildi.

    Üçüncüsü; Mescidin inşaatını bitirdikten sonra, “bu mescide sadece namaz kılma düşüncesi ile gelen bir kimseyi annesinden doğmuş gibi günahsız olarak oradan çıkarmasını” Allah’tan niyaz etti.”

    Başka bir rivayette yer alan ayrıntıya göre, Resulullah (sav): “Süleyman’ın ilk iki dileği gerçekleşmiştir. Üçüncüsünün de kendisine verilmiş olmasını umarım.” dediği rivayet edilmektedir. (İbn Mace, İkamet, 196. Nesai, Mesacit, 6. Hadislerle İslam, D.İ.Bşk. c.6.s 85.)

    KAYNAKÇA

    Dr. Abd Al-Fattah El Awaisi (Beytü-l Makdis Bereket Daireleri)

    İslam Ansiklopedisi “Mescid-i Aksa”

    Türkiye Diyanet Vakfı İSAM Cilt:26 Sayfa:324-325-326

    Dr. Nebi Bozkurt ( http://www.sonpeygamber.info/muslumalarin-ilk-kiblesi-mescid-i-aksa )

    Ayrıntılar

    “Evanjelizm” Ne Demektir?

    Evanjelizm; köken itibariyle iyi haber, müjde, asıl gerçek anlamlarına gelen latince euangelium kelimesinden türetilmiştir. Kelime anlamı olarak da; İncil'deki mesajları yaymak, öğretmek anlamına gelmektedir.

    Günümüzde ise evanjelizm, Amerika Birleşik Devletleri'nin kurulmasında etkin rol oynayan ve Kutsal Kitap'ı referans alan İngiliz Protestan mezhebinin bir kolu olan Puritenlerin devamı sayılan bir akım/mezheptir. Evanjelik ise ABD'de büyük bir kitlenin temsil ettiği bu akımın mensuplarına verilen isimdir.

    Evanjelizmin Doğuşu

    Papanın yanılmaz oluşunu, dinde tek kaynağın kutsal kitap oluşunu, kişi ile tanrı arasına kimsenin giremeyeceğini iddia ederek Protestan mezhebinin oluşmasına öncülük eden Martin Luther King ve Johannes Calvin, Evanjelizm akımının da ilham kaynakları olmuşlardır.(1) Evanjelizm, bu nedenle; M.Luther King ve J. Calvin’in başlattığı 'Eski Ahit'e Yönelme' hareketini daha da radikal bir çizgiye götüren ve Eski Ahit'i yani Tevrat'ı neredeyse inançlarının tek kaynağı haline getiren Püriten mezhebinin devamı olarak görülür. Evanjelizmin temelleri, 18. yüzyılın başlarında (1700’lü yıllar) Kuzey Amerika'ya seyahat eden ingiliz protestanlarından oluşan avrupalı hristiyanların, Avrupa'dan daha önceden göç edip Kuzey Amerika'ya yerleşenleri vaaz ve sohbetlerle etkilemesiyle atılmıştır.

    Bu akım, Metodist, Baptist, Presbiteryen, Kongregasyonalist, İsa Mesih Havarileri ve diğer bütün Amerikan mezheplerini etkileyerek 19. yüzyılda Amerikan kültürünün şekillenmesine önemli katkıda bulunmuştur.

    Evanjelizmin Temel İnançları

    * Hz. İsa (as) Mesih’in babasız doğumunu, çarmıha gerilmesini yeniden dirilmesini ve yeryüzüne ikinci kez geleceğini kabul ederler.

    * İnanç ve ibadet konularında Kutsal Kitap’ın en güvenilir kaynak olduğuna inanırlar. (2)

    * Kürtaj, zina ve homoseksüelliğin, Tanrı'nın gazabına sebep olduğuna inanırlar.

    * Eski Ahit'in; Yahudilerin 'Tanrı'nın Seçilmiş Halkı' olduğu, Kutsal Toprakların yahudilerin malı olduğu, yahudilerin Mesih'in gelişi ile birlikte bir dünya egemenliğine ulaşacakları gibi kehanetlerini tamamen kabul ederler.

    * Tanrı'nın nezdinde öteki dinlere mensup insanların bir değerinin olmadığına inanırlar.

    * Tanrı'nın, evanjelik protestan hristiyanlar için uhrevi ve yahudiler için de dünyevi olmak üzere iki planının var olduğuna inanırlar. Tanrı'nın yahudilerle ilgili planı gereği yahudilerin vadedilmiş topraklara dönüp Büyük İsrail'i kuracağına ve dünyaya egemen olacağını, evanjeliklerin ise bu plana destek olacağını ve evanjeliklerin kurtuluşunun ahirette gerçekleşeceğine inanırlar.

    * Mesih geldiğinde, yahudiler ve evanjeliklerin bir tarafta, diğer tüm insanların bir tarafta olacağını ve iki taraf arasında büyük bir savaş yani 'Armageddon Savaşı' yaşanacağını ve Mesih önderliğindeki yahudiler ve evanjeliklerin savaşı kazanarak bütün dünyaya egemen olacaklarına inanırlar.

    Mesih'in Dünyaya Yeniden Gelmesi İçin Gerekli Şartlar

    Yahudilerin Filistin’e geri dönmeleri ve kendilerine ait toprağı olan bir devlet kurmaları

    Kudüs’ün başkent yapılması

    Mescid-i Aksa’nın yıkılıp yerine Süleyman tapınağının inşa edilmesi

    Tüm insanlara İncil’in vaaz edilmesi

    Tribülasyon (beklenen kargaşa dönemi); Yahudiler ve kendi inançlarındaki kişilerin eziyet görmesi

    Armagedon savaşı

    İnananların (hristiyanların) semaya yükseltilmesi (3)

    Hristiyan Siyonizmi

    Eski Ahit (Tevrat ve Zebur) ve Yeni Ahit’tem (İncil) oluşan Kitab-ı Mukaddes'e göre, İsa Mesih'in yeryüzüne yeniden inebilmesi için yahudilerin, 'Kenan Diyarı' olarak adlandırılan ve kendilerine Tanrı tarafından vadedildiğini iddia ettikleri topraklarda toplanmış olması gerekmektedir. Evanjelik Hristiyanların, Yahudilere ve İsrail'e olan sempatilerinin ve Evanjelizm-Siyonizm ittifakının kaynağını bu inanış oluşturmaktadır.

    Evanjelik inanışa göre, Mesih’in gelmesi için kıyametin kopması gerekmekte olup, kıyametin kopması da Filistin’de bir yahudi devleti kurulması şartına bağlıdır. Hıristiyan siyonistler kıyametin kopması için Filistin'de bir yahudi devleti kurulması gerektiğini, inanışları nedeniyle bazen Siyonistlerden bile daha ateşli savunmaktadırlar. Theodor Herzl’in 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde topladığı 1. Siyonist Kongresin'den sonra, 1985 yılında yine Basel’de katılımcılarının büyük çoğunluğunun hristiyan olduğu bir Siyonizm kongresi daha yapılmıştır.

    Bu yüzden, bu kongre 1. Hristiyan Siyonist Kongresi olarak da anılmaktadır. Bu kongrede, İsrail’in işgal ettiği Batı Şeria bölgesinin resmen ilhak edilmesi kararı alınmış olup İsrail’in gevşek davrandığı ve ellerini daha çabuk tutmaları, daha hızlı hareket etmeleri gerektiği dahi ima edilmiştir. Bu düşünceyi abartılı bulan ve yahudilerden bile tepki alacağını söyleyen bir katılımcıya Uluslararası Hıristiyan Elçiliği temsilcisi Van der Hoeven ise şu cevabı vermiştir; “İsraillilerin ne düşündüğü umurumuzda değil. Biz Tanrı’nın ne söylediğine bakarız ve Tanrı o toprakların yahudilere ait olduğunu söylüyor.” (4)

    Evanjelizm ve Siyaset

    2010 yılında, ABD'de Pew Araştırma Merkezitarafından yapılan bir araştırmada halkın %42'si kendini evanjelik olarak tanımlamaktadır.(5) ABD başkanlarının neden evanjelizme hizmet etmek için yarıştıkları işte bu rakamda saklıdır.

    1945-1953 yılları arasında ABD başkalığı yapmış ve Missouri eyaletinde aktif bir mason olduğu bilinen Harry Truman'ın başkanlık döneminde evanjelikler daha da güçlenmiş ve isteklerini rahatça kabul ettirecek düzeye ulaşmışlardır. H. Truman, İsrail’in 14 Mayıs 1948 yılında tek taraflı bağımsızlığını ilan etmesinden dakikalar sonra ilk tanıyan ülke olmuştur.

    H.Truman'dan Jimmy Carter'a kadar (1977) gelen ABD başkanları ise evanjelik olmamalarına rağmen evanjelik kitleyi karşılarına almamak için siyasi davranak, evanjeliklerin isteklerini çoğunlukla yerine getirme stratejisi izlemişlerdir.

    1977-1989 yılları arasında ABD başkanları olan Jimmy Carter ve Ronald Reagen ise evanjelik olduklarını kamuoyuyla paylaşmışlardır. Reagan’ın, ekonomik kriz döneminde Tanrı'nın buyruklarına ve Altın Yasa'ya göre yaşanması halinde ABD bütçesinin denkleşebileceğini ileri sürmesi, evanjelizme olan inancının ne derece kuvvetli olduğunu göstermektedir.

    1993–2001 yılları arasında ABD başkanlığı yapan Bill Clinton, dindar olmasına rağmen evanjelik değildir. Ancak, Clinton İsrail ziyaretinde kippa takmış, Barack Obama döneminde ABD dışişleri bakanlığı da yapan eşi Hillary Clinton ise Burak Duvarı'nda yahudilerle birlikte yahudi inanışlarına göre ibadet etmiştir.

    2001–2009 yılları arasında iki dönem ABD başkanlığı yapan George Bush ise, Presbiteryen kilisesine bağlı olarak yetişmiş ve Amerikan başkanları içinde evanjelizmin en amansız savunanı olmuştur. Bush'un kurduğu hükümetin önemli noktalarında evanjeliklerin ve bu akımdan etkilenen mezheplere mensup kişilerin yer almıştır. Savunma bakanlığı, dışişleri bakanlığı ve büyükelçiliklerde sadece evanjelik hristiyanların değil yahudilerin de sayısı geçmiş yıllara göre artmıştırr.

    2009 yılında göreve gelen Barack Obama'nın evanjelik olmadığı ise açıkça bilinmekteydi. Obama’nın ortadoğu politikası evanjelizm anlayışına göre şekillenmedi, ancak evanjelikleri karşısına almamak için de yoğun çaba harcamıştır.

    2016 yılı kasım ayında seçilen ve 2017 yılının ocak ayında göreve başlayan Donald Trump'ın dindarlıktan uzak bir hayat sürdüğü herkes tarafından bilinmektedir. Göreve geldiğinden itibaren sert protesto ve eleştirilerle karşılaşan Trump, evanjelizm anlayışına hizmet ederek seçmenlerinden büyük kamuoyu desteği almıştır. İsrail tarafından kahraman olarak görülen Trump'a yapılan övgüler öyle bir seviyeye gelmiştir ki; İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ABD ziyaretinde kendisini 2500 yıl önce yaşamış olan ve Eski Ahit'e göre M.Ö. 6. Babil'i fethederek İsrailoğulları'nın sürgününe son veren Pers Kralı Kiros (Cyrus)'a benzetmiştir. Evanjelikler; Trump’ın da Kiros gibi dindar olmamasına rağmen, Tanrı'nın kutsal amacı için bir araç ve bir taşıyıcı olarak görevlendirildiklerine inanmaktadırlar.

    KAYNAKÇA

    Dr. Abdurrahman Küçük, Prof.Dr. Günay Tümer, Doç.Dr. Mehmet Alparslan Küçük, Dinler Tarihi, 2002, Ankara

    Şener Faruk Bedir, Birey ve Toplum, 2013

    İsmail Vural, Evanjelizm, İstanbul, 2005

    Yasin Yaylar, Evanjelizm ve Türkiye Planı, Ah, Evran Üniversitesi, 2011

    Merve Şebnem Oruç, Yeni Şafak, 2018

     Şener Faruk Bedir, Birey ve Toplum, 2013

    Ayrıntılar

    “Arz-ı Mev’ud” Ne Demektir?

    Arz-ı Mev’ud sözlük anlamı itibariyle vadedilmiş yer demektir.

    Arz-ı Mev'ud terimi, Maide Suresi’nin 21- 26. ayetlerinden hareketle, Allah'ın, Hz. Musa (as)’nın ümmetine Murad-i İlahi’yi tecelli ve tezahür etmeleri için, yani, Hz Musa (as)’ya tabi olan muvahhid (Allah’ın birliğine inanan) ve mümin kulların bu bölgede Hz. Musa (as)’nın şeriatını hakim kılma görevini üstlenmeleri için vermeyi vadettiği topraklar anlamına gelmektedir.(1) Kur'ân-ı Kerim’de Arz-ı Mev’ud terimi geçmez, ancak Maide Suresi’nin 21. ayetinde geçen “Arz-ı Mukaddes” yani kutsal toprakların bu bölge olduğu müfessirlerce ifade edilmiştir. Bu bölge ise Hz. İbrahim (as) ve soyundan gelen peygamberlerin yaşadığı, davalarını sürdürdükleri ve medfun (defnedildikleri) oldukları, içinde Beytülmakdis’in de bulunduğu Filistin topraklarıdır. (2)

    Arz-ı Mev’ud ile İlgili Ayetler

    Yukarıda bahsedilen Maide Suresi’nin 21- 26. ayetlerinin mealleri:

    21- Ey kavmim! Allah’ın sizin için (vatan olarak) yazdığı kutsal topraklara girin, sakın geri dönmeyin, sonra kaybedenler siz olursunuz."

    22- Dediler ki: "Ey Mûsâ! Orada zorba bir topluluk var, onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla giremeyiz. Ama oradan çıkarlarsa biz hemen gireriz."

    23- Korkanlar arasından Allah’ın kendilerine lutufta bulunduğu iki cesur adam şöyle dedi: "Kapıdan üzerlerine hücum edin; oraya girdiğiniz an artık kesinlikle siz galipsiniz. Eğer müminler iseniz ancak Allah’a güvenin."

    24- İsrâiloğulları, "Ey Mûsâ! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız!" dediler.

    25- Mûsâ, "Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu yoldan çıkmış kavim arasında sen hükmet" dedi.

    26- Allah buyurdu ki: "Öyleyse onlar yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmak üzere oradan (kutsal topraklar) kırk yıl mahrum bırakılmışlardır. Artık sen yoldan çıkmış toplum için üzülme!"

    Arz-ı Mev’ud’un Sınırları

    Kuran-ı Kerim’de ve peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)’den günümüze kadar ulaşan sahih rivayetlerin hiçbirinde Arz-ı Mevud’un sınırları hakkında bir bilgi yoktur.

    Kur'an'da açık olarak belirtilmeyen bu yer, yahudi kutsal kitabı Tevrat’ta detaylıca anlatılmaktadır. Tevrat’ın Tekvin bölümünün 13 ve 14. ayetlerinde, Allah (cc), Hz. İbrahim (as)’e ve soyundan gelenlere Nil Nehri’nden Fırat'a kadar olan bölgenin hakimiyetini vadetmiştir. Kuzey sınırı Lübnan, güney sınırı ise Sina Yarımadası’dır. (3)

    Tevrat’taki İlgili Ayetler

    “Ve şimdi gözlerini kaldır ve bulunduğun yerden şimale ve cenuba bak ve şarka ve garba bak. Çünkü görmekte olduğun bütün memleketi sana ve ebediyen senin zürriyetine vereceğim’ (Tekvin, 13-14)

    “Git! İsrail ihtiyarlarını topla ve onlara de: Atalarınızın Allah’ı, İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Allah’ı Yehova bana göründü ve dedi: Gerçekten sizi ziyaret ettim ve Mısır’da size yapılanı gördüm ve dedim: Sizi Mısır’ın sıkıntısından, Kenanlı ve Hitti ve Amori, ve Perizzi ve Hivi ve Yebusilerin diyarına, süt ve bal akan diyarına çıkaracağım.” (Çıkış, 3-8)

    Yukarıdaki ayette Allah, Mısır’da köle durumunda olan ve eziyet gören İsrailoğulları’na bir nevi gördükleri eziyetlerin mükafatı olarak bal ve süt akan diyar olarak tanımlanan Filistin topraklarını vermiştir. “Vadedilmiş Topraklar”ın temelinde yatan savlardan birisi de bu ayette bölgenin İsrailoğulları’na tahsis edilmesidir. (4)

    Peygamberlere Vadedilen Topraklar

    Ahd-i Atik’de geçtiği üzere Hz. İbrahim (as), Ke'nan diyarına gidip yerleşmiş, çadırını oraya kurmuş, Tanrı gözünün gördüğü her yeri ona ve zürriyetine vereceğini ancak, dört yüz yıl cefa çektikten sonra, dördüncü neslin oraya tekrar dönebileceğini bildirmiştir. (5) Aynı vaat Hz. İshak'a ve oğlu Hz. Yakub'a da yapılmakta ve öncekilere vadedilen yere İsrailoğulları’nı götürmek için Hz. Musa (as) da görevlendirilmektedir. Onlar, Allah'tan başka şeyleri tanrı edinmeleri, "Buzağı"ya tapınmaları ye isyankârlıkları yüzünden vadedilen yere gidemeyip, kırk yıl çöllerde kalmakla cezalandırılmışlardır. (6)

    Hz. Musa (as)’ın vefatında sonra aynı vaad Hz. Yuşa (as)’ya da yapılmış olup, Hz. Yuşa (as)’dan sonra Hz. Davud (as) zamanında Sion Dağı (Kudüs) alınmış ve başkent yapılmıştır. Hz. Davud (as) niyet etse de Kudüs’te Mabed yapılması ve oraya Ahit Sandığı’nın yerleştirilmesi Hz. Süleyman (as) tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu iki peygamberin dönemi yahudilerin en rahat ve huzurlu olduğu dönemler olup, Hz. Süleyman (as)’ın vefatından sonra Babil sürgünü ve Roma işgaliyle Mabed yıkılmış ve yahudiler dünyanın dört bir tarafında sürgün edilmiştir.

    Bu topraklara dönme hayaliyle yaşayan yahudiler, Arz-ı Mev’ud hayallerinin gerçekleşmesinin Mesih ile olacağına inandıkları için de Mesih’in gelmesini hızlandıracaklarına inandıkları faaliyetlere hız vermişlerdir. (7)

    KAYNAKÇA

    Doç. Dr. Ebubekir Sifil, Diriliş Buluşmaları, Kayseri, 2015

    Kur’an Yolu (Tefsir), Türkiye Diyanet Vakfı, Maide 21-26

    Kur’an Yolu (Tefsir), Türkiye Diyanet Vakfı, Maide 21-26

    İSRAİL’İN DIŞ POLİTİKASINI ANLAMAK: TEVRAT, “ONEMİR”, “VADEDİLMİŞ TOPRAKLAR” VE ÜSTÜNLÜK, Yrd.Do.Dr.Murat Gül, Bekir Ali Yüksel, Kırıkkale Üniversitesi, Ocak 2016

    Tekvin, XVI/12-21

    Kur’an-ı Kerim, Bakara, 54; Maide, 26; A’raf 141-145; Ta-ha, 83-97; Tanah, Tekvin, 1-6;

    Doç. Dr. Abdurrahman Küçük, Yahudilikte Arz-ı Mevud Anlayışının Boyutları, Ankara Üniversitesi

    Ayrıntılar

    “Yahudi” Ne Demektir?

    Yahudi ibrani ve israili de denilen ve Sami kavimlerinden olan bir ırka ve bu ırkın bağlı bulunduğu dini inanca verilen addır.

     “Yahudiler dediler ki: “Allah’ın eli bağlıdır.” Kendi elleri bağlandı/elleri bağlanasıcalar! Söylemiş oldukları lakırdı yüzünden lanetlendiler.” (Maide 64)

    “Sonunda verdikleri misakı bozdukları için onları lanetledik de kalplerini kaskatı yaptık.” (Maide 13)

    İsrailoğulları da denilen bu kavme Yahudi denilmesi en çok şu şekilde açıklanmaktadır.

    Hz.Yakub’un 12 oğlundan en büyük oğulunun adı Yuda veya Yahuda olduğu için ,Hz Yakupun çocuklarının hepsine ve onların nesillerine bu ad verilmiştir.(2)

    Yahudi yahudilik ırkına mensub insanları temsil eder.Musevi musevilik dinine mensub insanları temsil eder.

    En basit tabiriyle yahudilik ırktır musevilik dindir. Hz Musa’nın naklettiği kurallara göre yaşayan,o yolu benimseyenlere Musevi denir..Yahudi Hz. Yakup soyundan gelenleri ifade eder.

    Yahudiler museviliği değiştirip siyasallaştıran kendileri için biz Allah’ın seçilmiş kullarıyız ve daha üstünüz nitelendirmesi yapan özel insanlar guruhu olarak kendilerini addedenlerdir.

    Yahudilerin neredeyse tamamı Musevi dinine mensubtur.Musevi dini mensublarının da çoğu Yahudi’dir.Ancak bütün museviler Yahudi değildir.Musevi Türkler Musevi Araplar vardır.İsrail bu konuyu daha da zorlaştırarak “Bize Musevi demeyiniz,bize yahudi deyiniz “ demektedir.

    Kur’an-I kerimde yaklaşık 21 yerde YAHUDİ ile ilgili ayet vardır.

    Bunlarda bazıları;

    3:67 - İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyandı; fakat o, Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı, müşriklerden de değildi.

    5:18 - Yahudiler ve hıristiyanlar, "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. De ki: " O halde niçin günahlarınızdan ötürü (Allah ) size azab ediyor?" Hayır, siz de O'nun yaratıklarından birer insansınız. O dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü Allah'ındır. Nihayet dönüş de O'nadır.

    9:30 - Yahudiler, "Uzeyir Allah'ın oğlu" dediler, Hıristiyanlar da "Mesih Allah'ın oğlu", dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkâra sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!

    Kaynakça :

    1-İslam Ansiklopedisi yıl: 2013, cilt: 43, sayfa: 182-184

    2- filozof.net

    3-wordpress.com

    Ayrıntılar

    “Filistin” Ne Demektir?

    Filistin yalnızca belli bir coğrafyaya sıkışmış değildir” diyor Naci el Ali

    “Filistin, insani boyutuyla, haklı davaların simgesidir; bu davalar için ister Mısır’da, ister Vietnam’da, ister Güney Afrika’da mücadele edilsin.”

    FİLİSTİN TARİHSEL TANIMLAMASI

    “Palestina” teriminin mucidi Roma İmparatoru Hadrian’dır. Romalıların amacı, semit ırkından olmayan ve Yahudilerin uzun zamandır düşmanı olan Philistines kabilesinin isminden esinlenerek Eretz Yisrael’i (İsrail Vatanı) yeniden adlandırıp bu topraklarla Yahudilerin arasındaki bağı sonsuza dek kırmak idi. Romalılar “Tanrının halkının” bir daha asla Kutsal Topraklara dönmemelerini sağlamak için bir milyondan fazla Yahudiyi öldürmüşlerdi.

    Roma şehrinde Titus zafer abidesi, ve üzerinde bulunan kabartma: Romalılar Kudüs’ü yağmalıyor – Menorah (7 kollu kandil) ve diğer kutsal objeleri Yahudilerin İkinci Kutsal Tapınağından çalan Romalı askerler.

    FİLİSTİN COĞRAFİ TANIMLAMASI

    Akdeniz’in güneydoğu ucunda, Asya ile Afrika arasında köprü konumunda bulunan tarihî bölge.

    Adını, milâttan önce XII. yüzyılda Kavimler göçü sırasında deniz yoluyla buraya gelen Filistler’den alır. Tarih öncesi devirlerden itibaren çeşitli kavimlerin göçlerle gelip yerleşmesine ve bunlara karşı harekete geçen başka üstün güçlerin pek çok istilâ ve fetihlerine mâruz kalmıştır.

    Bu durumun başta gelen iki önemli sebebi, bölgenin Arap coğrafyası içinde sahip bulunduğu zengin ve stratejik tabiatla üç büyük ilâhî dinin gerek doğuş gerekse gelişmesinde oynadığı önemli rol ve içinde barındırdığı kutsal yerler.

    Filistin adıyla anılan toprakların, bu özelliklerine bağlanan istilâlar ve çeşitli kavimlerin buraya hâkim olmak için verdikleri mücadeleler dolayısıyla siyasî sınırlarını açıklıkla çizmek kolay değildir. Bununla birlikte bölgenin coğrafî sınırları konusunda görüş birliği olduğunu söylemek ve bu sınırları bir uzmanın ifadesiyle şu şekilde belirginleştirmek mümkündür:

    “Filistin denen topraklar esas itibariyle, Suriye ile Mısır ve Akdeniz ile Şeria nehri arasında kalan topraklardır. Şeria nehrinin döküldüğü Ölüdeniz de (Lut gölü) Filistin’in doğu sınırına dahildir. Bu sınırlar içinde de Filistin topraklan coğrafî bakımdan Akdeniz kıyı şeridi, kuzeyden güneye doğru uzanan dağ silsilesinin bulunduğu ortadaki yayla bölümü ve en doğuda da Şeria vadisi olmak üzere üç parçaya ayrılır. Bu üç parçalı coğrafî ayırım hemen bütün kaynaklarca benimsenmiştir. Ortadaki dağlık kesim veya yüksek yaylalar kısmı, genellikle kuzeyden güneye olmak üzere, Safed ve Nazareth (Nasıra) şehirleri ile Tabor dağının bulunduğu Galilee (Celîle) bölgesi; ortada, Nablus şehrinin bulunduğu ve batıda Cermel dağına kadar uzanan Samaria (Sâmiriye) bölgesi; daha güneyde, Şeria nehrinin Ölüdeniz’e döküldüğü yerden başlayıp Kudüs, Beytlehem (Beytülahm) ve Hebron (Halîlürrahman) şehirlerinin (içinde) bulunduğu Judea (Yahudiye) bölgesi ve daha güneyde de Beersheba (Bi’rüssebi‘) şehrinin bulunduğu Necef çölü olmak üzere dört kısma ayrılır”

    İSRAİL YANLISI KAYNAKLARDA FİLİSTİN ;

    Filistin, Akdeniz ve Ürdün Nehri arasında bir coğrafi bölgeyi tanımlamak için MÖ 450 ile MS 1948 yılları arasında kullanılan bir isimdi. Aynı bölgeyi adlandırmak için kullanılan diğer terimler arasında, Canaan, Zion, Syria Palaestina, Güney Suriye, Jund Filastin, Outremer, Kutsal Topraklar ve Güney Levant bulunur.

     Kaynakça:

    1-20yy.Siyasi Tarihi . Fahir Armaoğlu,

    2-www.turkcebilgi.com

    3- http://en.wikipedia.org/wiki/Palestine

    Ayrıntılar